İbda Mimarı Salih Mirzabeyoğlu: "Ergenekon hikâyesi bitmiştir!"




Mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu'nun yaşanan gelişmelerle ilgili olarak, avukat görüşmelerinde dile getirdiği düşünceleri:



Soru - Son olaylar hakkında (ordu, generaller vs.) hakkında ne düşünüyorsunuz?

- Ergenekon hikâyesi bitti; daha önce de söylemiştim. Bunlar örgüt falan değil. Darbe yapacak hâlleri yok. Bunlardan olsa olsa organize suç örgütü olur. Darbe-marbe... Neyin darbesini yapacaksın? Ne getireceksin ki?.. Bunlar adi bir örgüt. Çıkar amaçlı suç örgütü. İşin tuhaf tarafı, bunların herhangi bir güçleri falan yok. İmkânları da yok; birkaç bomba ve birkaç silâh. Sadece orduya dayanıyorlar ve orduyu darbe yapmaya zorluyorlar. Fakat orduda tık yok. Ordu, "ben darbe falan yapmam" diyor. İçeriye giriyorlar, birisi hafızasını kaybediyor, birisi düşüyor bir tarafını kırıyor, birisi hastalanıyor; dik duran yok.


(Telegramcıları kastederek) "Bak seninkiler üç günde çözüldü, hemen havlu attılar" dediğimde ve bir de "bana bakın aslan gibi hiç tavizsiz yatıyorum" dediğimde, verilecek cevabları olmadığından, hemen çişleri geliyor ve diyalogu kesiyorlar!
Özellikle emeklilerde müthiş bir boşluk var. Laiklik falan hikâye. Bunlar laikliği korumakla falan bir yere varılamayacağını anladılar. Vazifeliyken hadi o karışıklıkta hayat devam ediyor da, ya sonra. İntiharlar falan.
Ordu; eski rolünü yitirdi. Büyü bozuldu. Dokunulmazlık bitti.

Avukat H. Ölçer- Bir mit yıkıldı.

- Evet, evet... Bir mit yıkıldı. Dokunulmaz, erişilmez değil. Çünkü ruh gitti. Bundan sonra hiçbir şey eskisi gibi olmaz. Binlerce genç, yaşlı bir ihtiyarın önünde niçin selâm duruyor ki?.. Biri kalksa ve "Ne selâm duracağım lan bu ihtiyar önünde" dese ne olacak? Şimdiye kadar niçin denilmedi? Bunu anlamak lâzım! İş, ruhda... Hiçbir şey eskisi gibi olmaz. Kimsenin teklif edecek bir şeyi de yok. Bunu (yani teklif) konuşmalıyken, bir tek o konuşulmuyor. Bir taraftan binlerce gencin aldığı ahlâk ve terbiye gereği sana saygı duymalarını bekleyecek ve bunu kullanacaksın, fakat diğer taraftan da bu ahlâk ve terbiyenin kaynağını kurutmak için elinden geleni yapacaksın.

Avukat H. Ölçer- Bu süreçte bizim tavrımız ne olmalı? Nasıl bakalım?

- Bundan sonra nasıl olacak, bunu mu soruyorsun?

Avukat H. Ölçer- Hayır onu değil. Bizim bu kavga ve mücadeledeki konumumuz ne olacak, onu soruyorum.

- Şimdi hani AB ve ABD olmasa bunlar orduyu bu kadar yiyemezlerdi vs. gibi değerlendirmeler üzerinde durmuyorum.
(Gülerek) Biz bakıyoruz. Sen onunla, o seninle kavgalı... Bense buradayım. Siz kavga ediyorsunuz. Ben bakarım. Tarafsız bölgedeyiz. Biz seyrediyoruz. Ama bu seyretme, (suratına bön bir mimik vererek) böyle bakma değil. Konuya vâkıf olarak müdahil olma anlamında. Ben sana gıcık oluyorum ve ben sana sahib çıkarsam aslında burada sana acıyorum mânâsı da çıkar.
Bu süreci Tayyib'den başkası yürütmezdi. D. Baykal, Bahçeli... B. Ecevit bile yapamaz. Böylesine bir hainliği belki Demirel yapabilir. Avrupa'yı, Amerika'yı arkana aldın, konjoktür de uygun... Hadi orduyu yıprattın. Sonra? Ne teklif ediyorsun? "Hadi buyur" deseler ne yapacak, yeniden nasıl bir ruh vereceksin? Bu süreçte hiç kimsenin söyleyecek tek bir sözü yok. Terör-merör diyorlar... Terör, ordu... Bunlar fikrin yanında yardımcı bir kuvvettir. Orduya karşı olmak ayrı, ordunun niteliğine karşı olmak ayrı... Mühim olan (elini ağzına götürerek); bunu söyleyen ağızdır. Bunu söyleyen ağza bakmak lâzım. Anti-militarizm falan-filan... Bırak militarizmi falan, ne teklif ediyorsun?
Kimsenin teklif edecek bir şeyi yok. Ama meselâ ben buradayım. Senden şunun için faydalanırım. Senden şunun için, senden şunun için... Buna bakarım. Erol Manisalı meselâ; hiç sevmediğim bir adam... Ama adamın AB'ye dair söylediklerinin %80'i doğru. Ben onu alır, ona bakarım. Bin kere söylemiştik... İyiden kötüye giden adamla, kötüden iyiye gelen adam arasında büyük bir fark vardır.
"Yüce Atatürk... Yüce Atatürk... Yüce Atatürk; Batı diyor, orayı işaret ediyor." Ama sen Batı'ya karşı olmak istiyorsun. Atatürk'ün işaret ettiği Batı'dan dayak yiyorsun. Komiklik ortada. AB'de Hollandalı parlamenter açık talimat veriyor. Ordu bu kadar siyasetin içinde olamaz diye ve ordunun sivillerin emri altında olmasına dair.
Tayyib; zatıyla değil, vehmettirdiğiyle mühimdir. Bir Mısırlı, Filistinli... Nasıl sahibleniyor. İşte van minüt hâdisesi... "Van minut" dedi de ne oldu? İşbirliğine devam... Değişen bir şey yok. Ama vehmettirdiği önemli... Herkes Tayyib'e Tayyib'in yaptığı işler ve çıkışlar için değer ve önem vermiyor. İçinde biriktirmiş olduğu ve yapılması gereken çıkışların böyle olması gerektiğini düşündüğü için değer veriyor. Asliyle Tayyib'in niyeti farklı olabilir, fakat insanlar bunu ayırmyor. Bak dünyaya; herkes Osmanlıcı olmuş. Herkes buradan birşeyler bekliyor. Bin Ladin... Satma-satılma, arkadan vurulma teranelerini biliyorsunuz? Milliyetçi bir damar var Arablar'da. Ama "Osmanlı" diyorlar. (Baran'ı kastederek) Geçen hafta yazdınız; hakeza Sakka, merkez Anadolu diyor... Carlos da öyle... Merkez; Anadolu... Bunu lâf olsun diye de söylemiyorlar. Niye söylesinler ki? 11 Eylül'ün prestiji var. Ladin onun fiyakasıyla hiç de söylemeyebilirdi. Ama öyle değil. Herkes Osmanlıcı oluverdi ve kimse ne olduğunu anlamadı. Merkez; Anadolu... Bunların (ordu) anlamadığı, anlaması gereken bu.
Ilıman İslâm falan... Dün emekli general Nejat Eslen vardı bir programda, "bunlar olmasa radikal İslâmcılar gelir" diyor. Yine buna karşılık Nazlı Ilıcak programda ağzından kaçırdı. "İslâm ılımanlaşmazsa Amerika'nın menfaatleri zarar görür" dedi... İslâm'da cihad yokmuş! İslâm'da cihad yok ama Hıristiyanlık'ta var. O yüzden ta buralara giriyor, işgal ediyor.
Orduya sızmalardan falan bahsediliyor... Yahu bırak sızmaya çalışmayı. Al, ordu senin... Ne yapacaksın? Ne teklif ediyorsun?
Demokrasi-demokrasi... Herkes demokrasi, demokrasi diyor. Ama millet hasta. Hâlâ tutturmuşlar; demokrasi de demokrasi... Yahu adam ölüyor, tedavi etsene...
Son 5 yılda neler oldu, neler... Hem içeride, hem dışarıda... Çok muazzam şeyler... 99'dan bu yana ortam hiç bu kadar güzel olmamıştı. Bu süreçte kim nereye girmek isterse girer, girebilir... Bu işler kaz gibi olmaz tabiî ki... Diyalektik lâzım. Kaz gibi olmayacağız. Taviz de vermemek lâzım.


Furkan Dergisi,sayı 36, nisan 2010.

Hiç yorum yok: