Haydi gel Bizimle Ol
Saadettin Ustaosmanoğlu Kimdir?
İsmailağa cemaatinin lideri Şeyh Mahmud Ustaosmanoğlu'nun yeğeni olarak bilinen ve İBDA-C denince hareketin lideri Salih Mirzabeyoğlu'ndan sonra ilk akla gelen isim olan Saadettin Ustaosmanoğlu 1959 Trabzon doğumlu. Kendi ifadesiyle "ilk ve ortaokul sonrası medrese eğitimi" görmüş. 1999-2005 yılları arası İBDA-C davasından Metris, Kartal ve Bolu F Tipi cezaevlerinde yatmış ve Mirzabeyoğlu'nun hapis arkadaşı olmuş. Cezaevine girmeden önce Furkan dergisini çıkaran Saadettin Ustaosmanoğlu şu an İBDA-C'ye bağlı olarak bilinen Yeni Furkan dergisinin genel yayın yönetmenliğini yapıyor. Önceleri İsmail Ağa cemaatine ait olan dergi bugün İBDA-C'nin önde gelen yayın organı olarak biliniyor.
"Haydi Gel Benimle Ol!"
İslami Büyük Doğu Akıncıları/Cephesi'nin (İBDA-C) sözcüsü olarak görülen Yeni Furkan dergisi yayın yönetmeninin iddiasına göre 2003'te Ergenekoncular kendilerine gelip ittifak teklif etmiş. Onlar bu teklifi reddedince, Ergenekoncular aynı çizgide görünen başka gruplara yönelmişler� İttifak var mı ya da kimlerle var, bunu söylemek zor ama İBDA-C çizgisinin savunucusu olduğunu söyleyen bir başka derginin, Baran dergisinin sadece kapaklarına bakmak bile zihinleri karıştırmaya yetiyor. Birkaç örnek vermek gerekirse; 31 Ocak 2008 tarihli 56. sayının kapak spotu şöyle: "Antep, türban, Ergenekon: Ortak düşmandan ortak operasyon!". Yine 20 Mart 2008 tarihli 63. sayının kapak spotunda ise şöyle yazıyor: "Ergenekon mücahidleri, silahlı mücahid kuvvetleri; demokrasi çetelerini, liberal çapulculuğu vatanın ismet-i hâriminde boğ!"
30 Haziran tarihli Taraf gazetesindeki köşesinde Emre Uslu, Anayasa Mahkemesi Başkanı'nı hedef alan iddialardan yola çıkarak farklı kamplarda olması gereken iki oluşum Ergenekon ve İBDA-C arasındaki bağlantıya değiniyordu. Uslu yazısında, Atatürkçü Düşünce Derneği gibi ulusalcı oluşumların kalesi konumundaki derneklere 28 Şubat günlerinde atılan bombalarda imzası bulunduğunu belirttiği İBDA-C'nin bugün ulusalcılarla arasındaki ilişkiyi pek sıkı fıkı buluyordu. Özellikle İBDA-C bağlantılı belli başlı yayın organlarından Baran dergisinde son dönemlerde çıkan ulusalcı ve Ergenekon sempatizanı yazılara da gönderme yaparak "Devletin terör listesinde yer alan bir örgütün bunca girift ilişkisine, ulusalcı yapılarla olan bağlarına ve dahası, dün bombaladıkları dernekle bugün aynı safta yer almalarına aklım ermiyor" şeklinde sona erdiriyordu yazısını. Ergenekon bağlantısı dışında, son dönemlerde çeşitli yayın organlarında İBDA-C ile El Kaide arasında bağlantı iddiaları da gündeme geliyordu. Son olarak ABD'nin İstanbul konsolosluğuna yapılan saldırının hemen ardından basına yansıtılan iddialardan biri de "saldırıyı İBDA-C / El Kaide'nin gerçekleştirmiş olma olasılığının" güçlü olduğu yolundaydı.
Ergenekon, ABD Konsolosluğu saldırısı ve El Kaide bağlantısı gibi iddiaların hedefi olan İBDA-C'nin sözcüsü konumundaki Yeni Furkan dergisinin genel yayın yönetmeni Saadettin Ustaosmanoğlu ile iddialar ve ardında yatanları konuştuk. Ve Ergenekoncuların zamanında onları da es geçmediğini öğrendik
- İBDA-C'yi Ergenekon'la bağdaştıran haberler çıktı. Bu doğru mu?
Büyük Doğu-İBDA fikriyatının temsil makamı bellidir, o makamın dışında söylenmiş olanlar sadece söyleyenleri bağlar.
- Hangi makamı kastediyorsunuz?
Fikriyatın sahibi Salih Mirzabeyoğlu.
- İBDA çizgisindeki Baran dergisinde herkes eleştirilirken Ergenekon mensupları mücahit olarak nitelendiriliyor, nasıl değerlendiriyorsunuz?
Baran dergisi İBDA fikriyatına nispeti olan bir dergidir. Yapıp ettiklerinde isabet ettiklerinin şerefi kendilerine ait olduğu gibi, hatalarının mahcubiyeti de kendilerinin bağlar.
- Yani, basına yansıdığı gibi İBDA Ergenekon beraberliği söz konusu değil mi, demek istiyorsunuz?
Tabii ki. Biz de Furkan dergisi olarak Nakşi bir cemaata (İsmailağa cemaati) mensubiyet içinde, İBDA'ya nispetini kurmuş bir kuruluşuz ve Ergenekon meselesini kesinlikle tasvip etmedik, etmiyoruz.
- Baran dergisinde Genelkurmay'ın andıcının savunulması, İBDA-C çizgisine göre "düşman" pozisyonda olması gereken emekli Tümgeneral Alaattin Parmaksız, eski Balıkesir milletvekili Turhan Çömez, Prof. Hasan Köni, Behiç Kılıç, Nihat Genç, Alparslan Arslan'ın babası, Serdar Akinan, Naci Kutluay, Uğur Civelek, Erol Manisalı gibi kimselerle görüşülüp, görüşlerine yer verilmesi, Atatürk'ün bile savunulması, Ergenekon'a methiyeler düzülmesi gibi olaylar bir yanda ulusalcı-İBDA'cı bağlantısı, öte yanda Ergenekon'la flört söylentilerine sebep oldu. Bu işin aslı nedir?
Bahis mevzuu isimlerin hepsi aynı kefeye konmayabilir belki ama, çoğunun niyeti antiemperyalist görüntü altında kendilerine yandaş bulma teşebbüsüdür. Antiemperyalistlikleri yüzde 20'yi geçmez. Bu kişiler altyapısı hazırlanmış bir oyunun sözcüleri konumundaki kişilerdir... "Atatürk'ün bile..." cümlesiyle ifade ettiğiniz mevzuya gelince, ifade biçiminizden de anlaşılıyor ki, Müslümanlar için menfmanası muazzam travmalara sebep olmuş bir mesele, tavizi asla kaldıramayacak bir meseledir ve biz bu konuda en iyi tevillerle bile işin müspet bir tarafını bulamadık.
Baran'ın bu çizgiye kayması tabii olarak kendilerini ilgilendirir... Biz bu mevzunun biraz daha arka planına gidelim isterseniz, yani ulusalcı-Kemalist taifenin Müslümanlara el atma meselesinin arka planına...
Mesele 2003 yılında başladı diyebiliriz. Kendilerine Sultan Galiyevci diyen ulusalcı ekipten emekli bir binbaşı (adını vermiyor) arkadaşlarımızla bir görüşme yaptı ve şu tekliflerde bulundu; Vatansever Güçler Birliği adında bir oluşum düşünüyoruz, bu oluşum dergi ve dernek faaliyeti şeklinde tezahür edecek, ilk etapta üniversite gençliği etrafında çalışma yapacak, sonra büyük illerde dernekler açılacak, daha sonra da bütün illerde kuvayı milliye yapılanması gibi örgütleneceğiz. Bu hareket kitle gösterileri organize edip bir takım propagandif ve manipülatif işlerde bulunacak. Sokağa ve gençliğe hakim olmaya çalışacak...
(Aktüel)
nateskases@gmail.com
Loreena McKennitt
(d. 17 Şubat 1957), Kanadalı vokalist, arpist ve piyanisttir. Özellikle güçlü ve duygulu sesiyle yorumladığı Kelt şarkılarıyla ve ünlü şiirleri Kelt müziğinin yapısına uygun bir biçimde besteleyip seslendirmesiyle tanınır. Ayrıca birçok unutulmuş anonim halk müziğini modern bir anlayışla yeniden diriltmiştir. Kanada'da Manitoba'ya bağlı küçük bir kırsal yerleşim olan Morden'de doğup büyüyen McKennitt, 1978'de Dumaurier yetenek taramasını kazandı, ülkesini aynı yıl UNESCO'nun Paris merkezinde ve yeniden 1985'te Japonya'daki Expo'da temsil etti. 1980'lerde Kanada’nın ünlü Shakespeare Festivaline ev sahipliği yapan Stratford'a (Ontario) taşındı; "The Tempest" (1982) ve "The Two Gentlemen Of Verona" (1984) dahil, çeşitli festival prodüksiyonlarında oyuncu, şarkıcı ve besteci olarak yer aldı. 2001 ilkbaharında festivale Richard Monette'in "The Merchant Of Venice" prodüksiyonunun bestecisi olarak döndü.
1985'te McKennitt, "Elemental" adli ilk albümünü kaydederek çiftlik evinin önünden geçen köy yolunun adini taşıyan, çiçeği burnunda "Quinland Road" etiketi ile piyasaya sürdü. 1987 ve 1989'daki iki yeni albüm ve başarılı canlı performansları artan bir ilgi çekerek 1991'de Warner Music Canada ile yeni bir başlangıç oluşturacak nitelikte bir dağıtım anlaşması imzaladı; bunun ilk meyvesi olan "The Visit", uluslararası bir başarı kazanarak altın ve platin ödülleri listesinde ancak sanatçının diğer albümleri olan 1994'te "The Mask and Mirror" ve hatta daha da ötesi, dünya çapında hit olan "The Book of Secrets" geçebildi.
Peter Gabriel'in Wiltshire'daki Real World stüdyolarında kaydedilen "The Book of Secrets" Billboard Top 20 single olurken MTV video hiti "The Mummers' Dance" gerek ABD radyosunda gerek dünya çapında büyük bir başarı kazandı. Albüm dünya çapında dört milyonu aşan satış rakamlarını yakaladı. Önceki iki albüm gibi Billboard World Music listelerini tırmanarak listenin şimdiye dek en basarili "crossover" albümü oldu. Ayrıca Yunanistan ve Türkiye'nin albüm listelerine ilk kez girip 1 numaraya yerleşirken Kanada'da 3 numara olmanın yanı sıra, İtalya, Yeni Zelanda ve Almanya listelerinde ilk 10, ABD, İspanya ve Fransa listelerinde ise ilk 20 arasına girdi.
McKennitt, Kanada müzik endüstrisinin yıllık ödülü olan Juno'yu iki kez kazandı. Ayrıca kendisine 1997'de Billboard'un uluslararası başarı ödülü verildi. Bugüne dek ABD, Kanada, Avustralya, Yeni Zelanda, Brezilya, Fransa, İspanya, İtalya, Yunanistan ve Türkiye’de altın, platin ve çoklu platin sertifikaları elde etti.
Çeşitli filmler için müzik besteledi ve şarkıları çeşitli filmlerde yer aldı. Bunlar arasında "Jade", "Highlander III", "The Holy Man", "Soldier" ve "The Santa Clause" gibi Hollywood prodüksiyonlarının yani sıra Kanada Ulusal Film Kurulunun "Women And Spirituality" dizisi ve Jean-Claude Lauzon'un "Léolo" filmi yer almaktadır. Bir süre önce, 2001 yılında gösterime girmesi planlanan bir Kanada/Venezüella ortak yapımı olan "A House With A view Of The Sea" filminde kullanılmak üzere "Dante's Prayer" parçasının İspanyolca versiyonunu kaydetti. Eserleri ayrıca "Northern Exposure", "Due South", "Legacy", "Ez Streets", "Boston Public", "Big Kevin Little Kevin" ve "Strange Luck" gibi BİR ÇOK televizyon dizisinde de yer aldı. Loreena McKennitt ve müziği hakkında 1997 yılında yapılan 30-dakikalık bir belgesel olan "No Journey's End" gerek ABD gerekse diğer ülkelerin televizyonlarında yaygın biçimde gösterildi.
1999'da Loreena McKennitt, son kaydı olan ve grubu ile birlikte Salle Pleyel ve Massey Hall'de kaydedilen "Live In Paris and Toronto" isimli iki CD'li seti çikardi. Hayır amaçlı bir proje olan bu albüm, 1998'de Georgia Körfezindeki bir deniz kazasında yaşamlarını yitiren üç adam için Loreena McKennitt'in Ronald ve Richard Rees ile Greg Cook'un aileleriyle birlikte Kanada’da kurduğu "Rhe Cook-Rees Memorial Fund For Water Search and Safety" adlı kuruluşa gelir sağlamaktadır.
Albümler
• Elemental (1985)
• To Drive the Cold Winter Away (1987)
• Parallel Dreams (1989)
• The Visit (1991)
• The Mask and Mirror (1994)
• The Book of Secrets (1997)
• Live in Paris and Toronto (1999)
• An Ancient Muse (2006)
• Nights from the Alhambra (2007)
Kısa Kayıtlar
• A Winter Garden: Five Songs for the Season (1995)
• Live in San Francisco (1995)
• Words and Music (1997)
Single'lar
• "The Mummers' Dance" (1997)
• "Marco Polo" (1998)
Video'lar
• "The Mummers' Dance" (1997)
• "Bonny Swans"
Diğer
• No Journey’s End (yarım saatlik belgesel; DVD)
nateskases@gmail.com
"RAP"İN ASLINA SADIK KALMAK
Nokta Vuruş diye tabir edilen cümleden maksat vasıtanın hedefe vardırmasında büyük rol oynaması..
Merkezin bütünlüğünden faydalanan yada merkezi oluşturmak için kendi sinyallerini gönderen batı arka sokak çocuklarının, kendini ifade tarzları dünyaya hediye edilince ve geçen süre içerisinde sebep-sonuç arasında olan olmuş..
Bir tarz. Kuralsızlık.. Kuralları yıkan.. Kendi kuralıyla gelen.. Sistemin deşifresi.. Batı arka sokakları..
Kuralları yıkarak kendi kuralıyla gelen 'rap' tarzının piyasayada kendi ekolünü oluşturarak yeni bir alan ortaya çıkardı. lakin bu alanda aslına sadık kalamadı ve dejenere olmaktan da kendini kurtaramadı.Bundan sonrası tabiki taklitten öteye geçmez.. Aslına sadık dost çıkış kuralına uyumlu aynı ritmi paylaşan biraz, yöresel ve kültürel inanışları dile getiren, mazlumun(esmer insanlara yapılanlar hatırlanmalı) yanında ve jakoben'in (elit kesim) karşısında...
Öz eleştiri olarak şu denilebilir ki; günümüzde bazı kişilerin kapıldığı bir akım olarak "rap" tarzını seçmeleri herhalde; "benim en iyi yapabileceğim şey raptir" diyerek, aşk serüvenleri üzerine yazılmış ve çizilmiş yığınla zaman kaybı yetmiyormuş gibi bir de 'rap' tarzını dinleyin diyerek işin motive hususiyetlerini kaybettirmeleri.. Şu da varki, rap yapma gayrerleri tabiki dikkate şayan ve tebrik dahilinde.. Lakin usul ve neye hizmet ettiği.. önemli olan 'rap'in çıkış serüven anlayışına sadık olabilmek.
İnsanın,kendi vatanı ile Dünya'nın hakikatini -ki bu sadece doğruya nisbetle yapılabilecek ve kendi kültürüne malik olan birisi tarafından yapılabilicek ve ortaya bırakılacak bir eser mahiyetinde- ortaya tüm çıplaklığıyla dökebilecek bir seviyede-düzeyde olması gereklli ve rapi idealize edebilmeli.
Aynı zamanda kaçak dövüşmemeli, meydan yerine inerek varlığını da hissettirmeli. genellikle baktığımızda "batı insanlara uzak olduğu için o tercih edililyor ve batı vahşiliğine yükleniliyor"! Çünkü batı uzakta ve ondan kendisine bir zarar veya tekzib talebinin gelmeyeceği rahatlığı içerisinde.
Sadece bu yeterli mi?
Yanında olan biteni göremeden yüzünü bir insan hemen batıya yöneltmemeli. Yapabiliyorsa ikisini aynı anda. İkisini de aralıklarla yapabilecek cesarette olmalı.
Böyle bir şahsı kendi vatanımızda şimdilik göremesekte kendi vatanında bunu şekillendiren bir isimden söz edebiliriz ve örnek sahsiyetimiz o...
Keny Arkana
(Keny arkana Marsilya'da doğmuş Arjantinli ‘müslüman’ bir ailenin çocuğu.Asıl ismi rabia del peuple, 96 yılında yurttaki arkadaşlarıyla rap yapmaya başlayan Keny, canını acıtan şeyleri dile getiremediği zamanlar, düşüncelerini raple ifade ediyor. Her zaman müziği ve yazıları düşlediği bir ütopyanın aynası olan Keny Arkana, 2006 yılında "entre ciment et belle étoile" (çimento ve parlayan yildiz arasinda) albümünü çıkardı.
Öfkeyle yaşayan rap müziğin hakkını veren, gözüpek ve -muhtemelen- doğduğundan beridir damardan mağripli bu yiğit kız hakkında bir sır vereceğiz : Bu kız halkın dili!
La Rage Du Peuple, Keny Arkana'nın bu yazıya bahis şarkısı. Halkların Öfkesi diyor, Keny. Halkları yaşatan şeyin, sevdayla tevhid edilmiş kavga olduğunu hatırlatıyor şarkısında. Arjantin'in, Sri Lanka'nın, Ruanda'nın, Somali'nin, Bosna'nın, Senegal'in, Filistin'in, Küba'nın, Vietnam'ın, Çeçenistan'ın, Guantanamo'nun, Çad'ın, İrlanda'nın, Irak'ın, Brezilya'nın öfkesi Keny'nin dudaklarından dökülüyor. Hazırsanız, şimdi bir sır daha vereceğiz: Bu kız -vallahi- çok öfkeli! Klibin sonunda bir duvara püskürtülmüş birkaç satır yazı göreceksiniz. Hatta buna bir atasözü bile diyebiliriz şimdiden. Lacandon Ormanında kar maskesi ve piposuyla dünyaya mütemadiyen selam gönderen, "sözümüz silahımızdır" diyen Subcomandante Marcosun gerçek kimliğini fellik fellik arayan Meksika idaresine, bulsanız ne olacak sanki diyen öfkeli kalabalıkların sesi: Todos Somos Marcos! Hepimiz Marcos'uz!)
Ara ara göz önünde bulundurulması ve hatırlanılması gereken bir isim. Mevcut bazı erkeklerin liseli aşk hikayelerini andıran figürlerde boğulmaları neticesinde, birisinin hakikati elinden tutup kaldırması gerektiğine inanan ve "Le pen" karşıtı eylemlerin ön saflarında yer alan bir isim; Keny Arkana..
Bir düşünürün şu sözü her halde yerini buldu; "Kadınlar en ince fikirleri bile duygularından süzebilirler"..
KENY ARKANA- LA RAGE DU PEUPLE
- La Rage Du Peuple - Halkların Öfkesi-
Halkların öfkesi
Halkların öfkesi
Halkların öfkesi
Halkların öfkesi
Evet öfkeliyiz; kuduzlardan bahsediyorum
Fab bilir; zaman, kaldırımları eskiten tabanlarımız gibi geçiyor
Hedeflerimizi görmemizi sağlayacak öfke tıkanıyor
Bizi öteye geçirecek bir öfke…
Uzun zaman önce köklesen bir öfke…
Yetişkinler çocukluğunuzu çaldığından,
Çok hızlı büyümek zorunda bırakılmanın öfkesi…
Yarış arabası ve duvar düşünün…
Bunca istediğimiz, imkansız barışın öfkesi,
Onca silahlı MPD’yi sokaklarımızda görmenin öfkesi…
Her zaman ateş hattında kalan masum insanları ile
Bu lanet dünyanın kendini yok edişinin öfkesi…
Bunca duvarı örüp kendini içine hapseden insanlara öfke…
Doğadan mı korkuyorlar?
Doğaya ait olduğunu unuttuğu için, ona duyulan öfke…
Ve bu derin uyumsuzluk…
Sahi hangi dünyaya uçtu güvercin?
Toplumun değerleri tarafından kamçılanmaya duyulan öfke…
Çocukluğumuzdan beri öfkeli olmamıza duyulan öfke…
Ne olursa olsun kafa tutacağız; çünkü öfkemiz var!
Öfkemiz olduğu için, hayat bizi nereye götürüyorsa oraya gideceğiz!
Öfkemiz olduğu için, ne susacak ne de oturacağız!
Hazırız!
Öfkemiz, yüreğimiz ve inancımız olduğu için…
Öfkemiz olduğu için, ne olursa olsun ayağa kalkacağız!
Öfkemiz olduğu için, hayat bizi nereye götürüyorsa oraya gideceğiz!
Öfkemiz olduğu için, hiçbir şey bizi durduramaz!
İsyankarlar, âkiller, bilgeler, muhalifler, asileriz!
Hiç seçmeyip, hep kabullendiğimiz için öfkeliyiz!
Ve onların seçimleri çürük olduğu için bütün denge sarsılıyor.
Telafisi olmayanlar ne zamandır biriktiği için öfkeliyiz!
Öfkeliyiz, çünkü ne bekliyoruz ki ayağa kalkıp yaygara koparmak için?
Öfke… Bize tek kalan öfke…
Daha kaçımız ihanet etmek zorunda kalacak diye öfkeliyiz!
Hayatı yaşamak, şu anı yaşamak,
Geleceğimizi özgürce ve onların baskıcı planlarından bağımsız seçmek arzusu,
Herkesin bu kanlı rezilliğe boyun eğmesine öfkeliyiz!
Genetik ilaçları dünyayı sterilize ettikleri için öfkeliyiz!
Öfkeliyiz ki; bir gün bu zinciri kırabilelim.
Bunca insan “televizyon doğruyu söylüyor” sandığı için öfkeliyiz!
Bu dünya bize uygun olmadığı halde
Bizi boş hayallerle avutup, dolu siperlerle çevrelediği için öfkeliyiz!
Bu dünya bize göre olmadığı için öfkeliyiz!
Ve Babil şişmanladıkça bizi açlıktan öldürüyor…
Öfkemiz, yüreğimiz ve inancımız olduğu için…
Öfkemiz olduğu için, ne olursa olsun ayağa kalkacağız!
Öfkemiz olduğu için, hayat bizi nereye götürüyorsa oraya gideceğiz!
Öfkemiz olduğu için, hiçbir şey bizi durduramaz!
Asla susmayacak, oturmayacak, hazır olacağız!
Öfkemiz, yüreğimiz ve inancımız olduğu için
Hiçbir şey bizi durduramaz!
İsyankarlar, âkiller, bilgeler, muhalifler, asileriz!
İnancı koruyup değiştirmeye çalışmanın öfkesi,
Chirac’ın, Sharon’un, Blair’in, Bush’un önünde öfke!
Bu dünya hayata kırmızı boyalı gözlüklerin arkasından baktığı,
Ama her şeyi kara gördüğü için öfke!
Onlar kanadığında ağlamanı da duymazlar...
En kötüsü bize düştüğü için öfke!
Batı hala sömürge elbisesini giydiği için öfke!
Öfke, çünkü şeytan fazla saldırıyor.
Öfke, çünkü atalarımızın bilgisi artık güncellenmiyor.
Bunca yalana ve sırra öfke!
Öfke, çünkü değişmesin istiyorlar,
İktidarda kalmayı ve bizi kendi yöntemleri ile yönetmeyi tercih ediyorlar.
Meleklere inandığımız ve onlarla yola düştüğümüz için öfke!
Bu söylediklerim rahatsız edici olduğu için öfke!
Halkların öfkesini izle, dünyanın her köşesinden huzursuzlukla köpüren...
Öfke, evet ya öfke, ya da devrimin özü!
Öfkemiz olduğu için, ne olursa olsun ayağa kalkacağız!
Öfkemiz olduğu için, hayat bizi nereye götürüyorsa oraya gideceğiz!
Öfkemiz olduğu için, hiçbir şey bizi durduramaz!
Asla susmayacak, oturmayacak, hazır olacağız!
Öfkemiz, yüreğimiz ve inancımız olduğu için
Hiçbir şey bizi durduramaz!
İsyankarlar, âkiller, bilgeler, muhalifler, asileriz!
Anti-kapitalist
Alter-mondialist
Ya da bu dünyada hakikati arayan sen;
Yarının direnişi -inşallah- evrensel ve ruhani bir devrimin arifesi olacak!
Halkların öfkesi…
Halkların öfkesi…
Çünkü sizin normlarınızı sallayacak öfkemiz var!
Öfkemiz olduğu için ayak takımını yendik!
Ve öfke çok büyük…
...
Vatanımızdan bir isim; SAGOPA KAJMER... Her ne kadar yukarıda bahsettiğimiz çizgide olmasada hakikate yakın çizgilerden geçmektedir. Lakin varolma savaşının başladığı yerdır 'umut'. Bir hastalıktır; pes-i-mist. Hayattan pes etmek yok ve iyiye de kötüye de yaklaşırken ikisininde hakkını verici tavır sergilenmeli. Herşeyin iyi olduğu ve eşit yaklaşıldığı yer yoktur; Mutlak iyi'nin olduğu ve ona göre yaklaşıldığı yer vardır. Bu manada yer aranmalı ve hastalık olan pesimistlik'ten kurtulunmalıdır.. Sana gelen bütün güzellik ruhundandır, ruhun ait olduğu yerdendir. Aşikar olan güzellikleri bir hastlığa yamamak yaraya tuz basmaktan farksız ve ruhdaki kısır döngüyü görememektir. Görüldüğü anda da ilanı şarttır. Sago'nun bu pes'etmeden kurtulduğunun bir emaresi gibi gözüken son zamanın eserleri arasında; GÖLGE HARAMİLER.. Bu eser çoğu kişinin denejenere olmuş ruh birikiminden geçmesede, yüklü bir kervanın gölgesinin bilmem ne kadar fersah uzaklığa 'düş'üşünün icabında varsayılsın ve ruh aynasında görünsün.
Sagopa Kajmer - Gölge Haramileri
Verse 1:
Akar sular dönmez geri tıpkı gençliğim gibi, bebekti ceninin ergeni, bir erdi büyümüş meyvesi.
Sakal-bıyıkla geride kaldı Yunus’un hamlık evresi, sivilce-akne katledildi soldu yüzümün güneşi.
Ve çivisi düşmüş tablolarda bir resimdi kendisi, kükreyen şu gökyüzünde kuşun kilitli kafesi.
Tersi döndü güvenin ansızın belirdi dostun hilesi, fincan kahve içtim kursağımda kaldı telvesi.
Kırıştır yalan kahpesi, baştan akıl alır ya cilvesi.
Yıkar geçer bir dostun düşmancasına hamlesi.
İki boy aşmış ihanetin ki kat’i yok bahanesi, hayrından umutsuzum getirme bari şerrini.
Ve hepsi aynı yolda yolcu onca bedenin kellesi, meydan önüne dizilecek ve alınacak ifadesi.
Dualar olmasaydı kim kovardı kalleş iblisi? kalbim ak da pak da desen yüzünden yansır pisliğin.
Nakarat:
Altın harflerle yaz mahlasımı. halvetim kasvet, kem gözlere şiş!…
Cadü ya herru!…ya merru!…kafkef, gölge harâmilerine bir selam çak!…
Abile ğatladı, demlenir simam, nüşinrevan’dan handan ummam ben.
Ahu-yi felek mum, ben şamdan. düşmez kalkmaz bir Allah’tır uyan!…
Verse 2:
Sago sus!…husus derin çukurda içince sin, pusu kuran huşû içinde gözlerinde kin belirgin.
Vay senin şu kindar halin. hin planların var hin. cenin büyüdü savaşa girdi silahlarımı bana verin.
Yardan sarkıttığın dostlarından kaçının ipini tuttun? onlar güldü, sen somurttun. kalbinde kaç gül kuruttun?
Hatıralarından yüzde kaçını unuttun? senin adını anmamak şartıdır dostluğumun.
Rapten olma gökyüzünün güneşi sago bu benim yüzüm. gölgeme sığınır manâ özüm, hicran çölüne düştüm.
Yüz pınar yaş akıtsın gözüm. kendi başıma öğrendim, kendim büyüdüm. dudaklarımla gömdüm.
Sanma şahım herkesi sen sadıkâne yâr olur. herkesi sen dost mu sandın belki ol ağyâr olur.
Sadıkâne belki ol âlemde serdâr olur, yâr olur ağyâr olur serdâr olur didâr olur.
nateskases@gmail.com
TÜRK’ÜN MİLLİYETÇİLİK ANLAYIŞI
İslam perspektifinde Türk tarihi’nin en ulvi makamı bütün olarak Osmanlı Devleti’ne verilmiştir. Ve en son gelmesine nazaran en üste çıkmıştır.
İslam’ı muhatab anlayış olarak kabullenmiş her insan ulvi makamdadır. Buna bağlı olarak,İslam sınırları içerisinde bulunan her Türk ulvi makamdadır. İslam çizgisi dışında kalan Türk ise, İslam anlayışında süfli makama(aşağı seviyeye) düşmüştür…
Allah teala buyuruyor;
“ Andolsun, biz cinler ve insanlardan birçoğunu cehennem için yaratmışızdır. Onların kalpleri vardır, onlarla kavramazlar; gözleri vardır, onlarla görmezler; kulakları vardır, onlarla işitmezler. İşte onlar hayvanlar gibidir; hatta daha da aşağıdırlar. İşte asıl gafiller onlardır.”(Araf.179) İslam dairesi içine girmeyi kabul etmeyen her insan, hayvanın cehenneme girmeyip toprak olucağını düşündüğümüzde(sorumlu olmamaları hasebiyle) bir insanın daha aşağı seviyeye düşdüğü anlaşılmış oluyor.
Lakin bu her milletten insan için geçerli; Türk,Kürt,Arap,Çerkez vs..
“Ey iman edenler! Sizden kim dininden dönerse (bilsin ki) Allah, sevdiği ve kendisini seven müminlere karşı alçak gönüllü (şefkatli), kâfirlere karşı onurlu ve zorlu bir toplum getirecektir. (Bunlar) Allah yolunda cihad ederler ve hiçbir kınayanın kınamasından korkmazlar (hiçbir kimsenin kınamasına aldırmazlar). Bu, Allah'ın, dilediğine verdiği lütfudur. Allah'ın lütfu ve ilmi geniştir.” (maide/54)
Maide suresinin bu ayetinin nuzul sebebine bakıldığında münafıklar ve irtidat edenler vesilesiyle indiğini görülecektir..
Allah Resulü zamanında 3 ve Hz. Ebu Bekr zamanın da ise 11 kişinin irtidat(dinden dönme) etmesi söz konusu.
Velhasıl aynı zamanda ayeti kerimenin umumi manayı da kapsadığı İslam alimleri tarafında belirtiliyor.
Demek ki; Mevla’nın ayette buyurduğu vasıflara haiz milletler gelmiştir ve gelecektir.
İslam hukuku ile Devlet yöneten toplumlardan biri de (Osmanlı)Türklerdir.
Bu mana da Türkler maide/54. ayetin içerisinde değerlendirilmesi gerekli, ayeti bir millet anlayışının içerisine sokmak gibi bir kabalığa yer verilmemeli. Burada bir yanılgıya işaret etmek gerekiyor ki; İnsanlar kendi ırklarını ön plana çıkartarak ayetleri kendine destek yapma gayretinde. Mevla’nın ayetlerini hiçbir millet kendine prim yapacak şekilde kullanamaz ve kendi ırk’ını öne çıkartıcı teşebbüslere girişemez.
Bütün olarak bir kavmin müjdelendiğini iddia edenler; Hrıstiyan Türk, mason Türk, allahsız Türk kimliğiyle bazı insanları görmüyorlar mı ki, toplum olarak kurtuluşlarına ayetleri destek mahiyetinde istismar ediyorlar.
Mesele gelip hakikate dayanıyor ki,asl olan ırk değil ubd(kulluk). Eğer övülmesi gereken bir ırk olsaydı, Arap milleti olurdu. Bizzat içlerinden Allah Resulü çıktı. Böyle bir anlayışın İslam’da olmadığı buyruluyor; “Hiçbir kavmin birbirine üstünlüğü yoktur. Üstünlük ancak takvadadır.”
Allah’a samimi olarak yaklaşan kişi veya yaklaşan millet..
Hakikat olan ise bir zamanlar ulvi makam da olan Türkler şimdilerde süfli makamlarda.
Şuan İslamı yaşayan böyle bir topluluk göremediğimize göre ve samimiler arasında İslam anlayışının mücadelesini vermediğimize göre yeni bir şahlanışa ihtiyaç var demektir.
Bilinmelidir ki; İnsanlar Irk’larıyla varlığını devam ettiremez. Ancak Fikirleriyle varlıklarını devam ettirebilirler.
Bu mana da, Millet kavramını şuurlaştıracak Büyük Doğu mufkuresinin temel prensib Milliyetçilik anlayışı;
MİLLİYETÇİLİK*
Her tavus kuşu mutlaka mutlaka bir yumurtadan çıkar; ve tavus yumurtasından her çıkan,mutlaka tavus kuşudur; öyle amma, gaye, tavus yumurtasından çıkmış olmak değil, tavus kuşu olmaktır… İşte milliyetçiliğimizin tek ve kesafetli bir misal içinde mânası!
Tavus kuşu, sebepte değil, neticede tavus kuşudur; bu bakımdan tavus kuşunun şahsiyeti,geriye doğru mânasız ve değersiz yumurta kırıklarında değil, ileriye doğru müstesna bir renk ve çizgi heyetindedir… İşte milliyetçiliğimizin tek ve kesafetli bir misal içinde ruhu!..
İsterse karga veya devekuşu yumurtasından çıkmış olsun, neticede bütün şartlariyle tavus kuşu olabilen her varlık, tavus kuşunun bütün hakkına maliktir… İşte milliyetçiliğimizin tek ve kesafetli bir misal içinde kıymet ölçüsü!…
Demek ki biz, gerçek milliyetçiliği, geriye doğru değil, ileriye doğru, menba istikâmetinde değil, mansap istikâmetinde, tohum üstünde değil, ağaç, üstünde karar kılıcı bir anlayış ve görüşe bağlıyoruz.
Bu demektir ki, biz, tarih plânında fışkırışımıza zemin teşkil eden ırk ve toprak şartlarını geride bırakmış; her türlü ırk ve toprak hakikatine ilgili, fakat her türlü ırk ve toprak yobazlığına düşman, ileri bir görüş ve anlayış içinde milliyetçiyiz.
Amma yumurta olmazsa tavus olmazmış; varsın olmasın, bu zaruret bize hiçbir sey kaybettirmez. Dairenin bulunduğu her yerde mutlaka bir merkez bulunacağı, fakat her merkez bulunan yerde mutlaka bir daire bulunmayacağı gibi tavus, yumurtayı ihata ve ihtiva eder de, yumurta tavusu ihata ve ihtiva edemez.
Bizim milliyetçiliğimiz, belli baslı bir topluluğa ait madde ve kemmiyet hakikatlerinin mâverâsında, sadece ruh ve keyfiyet vâkıalarına bağlı, cevherini posasından süzen ve yalnız cevhere nisbet kabul eden bir telâkkiden ibaret.
Türk, bizim nazarımızda, belli baslı bir inanış, bağlanış, düşünüş,seziş, hatırlayış, duyuş, davranış ve bildiriş hususiyetleri içinde, belli baslı bir iman, mukaddesat, tefekkür, tahassüs, hayal, hatıra, meşrep, eda ve lisan birliğinin ördüğü, tek nüshalı ve şahsiyetli bir ruh nescinden ibarettir; mutlak ve müstakil bir vâhit temsil eden bu ruh nescinin zarfı da
Anadoludur.
Ya şu boyuna Türk ruhu, Türk ruhu dediğimiz şey nedir ki?.. Türk ruhu dediğimiz şey, iki vâhidin mecmuundan ibarettir: biri, onu kendi dışında olduran, öbürü de bu olan şeyi kendi içinde renklendiren, şekillendiren, seslendiren, kokulandıran, iklimlendiren iki vâhit…Vâhitlerden ilki, Türkün duygu ve düşünce mihrakında pırıldayıcı mutlak ve müstakil iman ışığı, ikincisi de bu ışık etrafında, hususî ve mahallî, bütün bir tahassüs ve tefekkür seciyesidir.
Vâhitlerden ilki, ırk ve kavim seviyesinin üstünde, bütün insanlar çapında ve hâkim; öbürü de yalnız ırk ve kavim kadrosunda ve tâbidir.
Demek ki, zaten aslında ve lûgatta bir kavmin ruhunu dayadığı iman kaynağı mânasına gelen ve son zamanlarda gerçek delâletinden kaydırılıp kavmiyet mânasına kullanılmaya başlayan milliyetçilikten anladığımız, bir zarf isi olmaktan ziyade bir mazruf isi; ve mazruftaki dünya
görüsüne, insan, cemiyet ve kâinat telâkkisine bağlı bütün bir tahassüs, tefekkür, eda ve ifade kadrosu isçiliğidir.
Bu ruhî ve kadronun ırkî plânda kendi maddesine karsı sevgisi, ancak belli baslı bir vâhidin doğurduğu böyle bir ruha yataklık etmekten ibaret ve yalnız bu kayd ve şartla sınırlıdır.
İste bizim milliyetçiliğimiz; İslâma bağlı Türk ruhunun, bu mutlak kadro içinde Türk duygu ve düşünce hususiyetlerinin milliyetçiliği!.. Ve iste cihan ölçüsünde milliyetçilik!..
*Necip Fazıl Kısakürek, İdeolocya Örgüsü.
nateskases@gmail.com
MELEKLERİN MÜSLÜMANLARIN YARDIMINA KOŞMASI
Sahabilerin Bedir Gününde Meleklerden Yardım Görmeleri
- Sehl b. Sa’d şöyle anlatıyor: Ebu Üseyd gözlerini kaybetmesinden sonra bir gün bana şunları söyledi: “Ey yeğenim! Allah’a yemin ederim ki şu anda Bedir’de bulunsak ve Allah Teâlâ da gözlerimi bana geri verseydi, imdâdımıza gelen meleklerin çıktıkları vadiyi sana hiç tereddütsüz gösterebilirdim”
- Cebrail (a.s.) Bedir gününde Zübeyr (r.a.)’in simasında ve başında sarımtırak bir sarık olduğu halde indi.
- Bedir gününde Zübeyr (r.a.)’in başında bir ucunu yüzü tarafına sarkıttığı sarı bir sarık vardı. Melekler de aynı şekilde, başlarında sarı renkli sarıklarla indiler.”
- Melekler, Bedir gününde ucunu arka taraflarına sarkıttıkları beyaz sarıklar giymişlerdir. Huneyn gününde ise sarıklarının rengi yeşildi. Onlar Bedir hariç hiç bir savaşta düşmanla savaşmamışlardır. Yaptıkları sadece mü’minlerin sayılarını çok göstermekti.
- Hz. Peygamber’in azatlısı Ebu Râfi’ şöyle anlatıyor: Ben Hz. Abbas’ın hizmetçisi idim. İslâm dini bulunduğum eve girmiş, Abbas’la karısı Ümmü’l Fadl müslüman olmuştu. Onlarla birlikte ben de müslüman olmuştum. Hz. Abbas, kavminden korkuyor ve onlara aykırı harekette bulunmak hoşuna gitmiyordu ve bu yüzden de müslümanlığını gizliyordu. Zengindi ve malı, ticaret yaptığı için kavmi arasında dağılmış durumdaydı. Ebu Leheb Bedir savaşına gitmeyerek yerine As b. Hişam b. Muğîre’yi göndermişti. Kureyş’ten bir kişi savaşa gitmediğinde yerine bir başka kişiyi gönderirdi. Kureyşlilerin Bedir’de mağlup ve tarumar oldukları haberi geldiğinde Allah Teâlâ, Ebu Leheb’i rezil etti ve o üzüntüsünden ölüm derecesine geldi. Bizse içimizden büyük bir sevinç hissettik. Ben bünye bakımından zayıf bir kişiydim. Zemzem hücrelerinden birinde ok yontuyordum. Allah’a yemin ederim ki haberin geldiği gün Ümmü’l-Fadl da orada bulunduğu halde yine o hücrede ok yontuyordum. Gelen haber bizi cok sevindirmişti. O sırada Ebu Leheb karşıdan çıkageldi. Ayaklarını sürüyerek öfkeli ve üzgün bir şekilde yürüyordu. Bulunduğumuz hücrenin yanına geldiğinde onun duvarının dibine oturdu; sırtı benim sırtıma dönüktü. Bu sırada halk
“Ebu Süfyan b. Hâris b. Abdilmuttalib geliyor” dediler. Ebu Leheb onu yanına çağırarak
“Ey yeğenim! Anlat bakalım ne haberler getirdin?” dedi. Ebu Süfyan b. Hâris gelip amcası Ebu Leheb’in yanına oturdu. Halksa ayakta duruyorlardı. Ebu Leheb
“Ey yeğenim! Durum nasıl? Bana haber ver!” dedi. Ebu Süfyan da şunları söyledi:
“Allah’a yemin ederim ki biz onlarla karşılaştığımız ilk anda sırtımızı kendilerine çevirdik. Onlar bizi diledikleri şekilde öldürüyorlar ve diledikleri şekilde esir ediyorlardı. Ancak ben bu konuda halkı (bizimkileri) kınamıyorum. Çünkü biz doru atlara binip bembeyaz elbiseler giymiş bazı kimselerin yer ile gök arasında durduklarını gördük. Allah’a yemin ederim ki bunlar hiç birşey bırakmıyorlar ve hiç kimse de kendilerine mukavemet edemiyordu”. Bunun üzerine dayanamayarak hücrenin perdesini kaldırıp
“Allah’a yemin ederim ki onlar meleklerdir” dedim. O zaman Ebu Leheb elini kaldırıp bütün kuvvetiyle bana bir tokat attı. Karşı koymak istedimse de çok güçsüz olduğumdan hiç birşey yapamadım. Ebu Leheb beni kaldırıp sırtüstü yere vurdu. Sonra da göğsüme çıkarak bana vurmaya başladı. Bu durumu gören Ümmü’l-Fadl hücrenin direklerinden birini yerinden sökerek, onunla üzerime çullanmış olan Ebu Leheb’in kafasına vurdu. Ebu Leheb’in başı fena halde yarıldı. Sonra da
“Efendisi Abbas burada yoktur diye kölesine zulüm mü edeceksin?” dedi. Bunun üzerine Ebu Leheb perişan bir vaziyette kalkıp gitti. Allah’a yemin ederim ki Ebu Leheb o günden sonra ancak yedi gün yaşadı. Allah Teâlâ ona adese denilen bir hastalığı musallat etti ve bu hastalık onu öldürdü. Ebu Leheb öldüğünde oğulları onun cesedini üç gün içerde bıraktılar; ona yaklaşmaya korkuyorlardı. Çünkü Kureyşliler onun ölümüne sebep olan hastalıktan, taundan kaçtıkları gibi kaçarlardı. Sonunda ceset çürüyüp kokmaya başladı. Bunun üzerine bazı kişiler Ebu Leheb’in oğullarına
“Azap olunasıcalar! Utanmıyor musunuz? Babanızın cesedi evde kokmaya başlamış ve siz halâ onu defnetmiyorsunuz” dediler. Onlar da bu hastalığa yakalanmaktan korktuklarını söylediler. O zaman adamın biri
“Bu konuda ben size yardımcı olurum” dedi. Onu yıkamadılar: fakat üzerine su döktüler. Ancak bunu da cesede yaklaşmaksızın uzaktan yaptılar. Sonra da cesedi Mekke’nin üst taraflarında bir yere götürüp bir duvara dayadılar ve üzerine de taş yığdılar.
Huneyn Gününde Meleklerin, Sahabilerin İmdadına Koşması
- Huneyn savaşına kâfir olarak katılmış olan bir adam şöyle anlatıyor: Huneyn gününde karşı karşıya geldiğimizde müslümanlar bir koyun sağımı kadar bile dayanamayarak Hz. Peygamber’i yalnız bırakarak kaçtılar. Bunun üzerine Hz. Peygamber’in çok yakınlarına sokulduk ve onu öldürmek için etrafını kuşattık. İşte o sırada onunla bizim aramıza güzel yüzlü birtakım erkeklerin girdiğini görduk. Bunlar bize “Geri dönün ey yüzleri kara kimseler” diyordu. İşte onların bu sözleri bizim dağılıp kaçmamıza sebep oldu.
- Huneyn gününde müşriklerle beraber olan bir kişi söyle anlatıyor: Huneyn gününde Hz. Peygamber ve ashabıyla karşı karşıya geldiğimizde onlar önümüzde bir koyun sağımı kadar bile dayanamadılar. Arkalarına düşerek onlara vurmaya başladık; beyaz katırın sahibinin (Hz. Peygamber’in) yanına gelinceye kadar bu böyle devam etti. Yaklaştığımızda onun Hz. Peygamber olduğunu gördük. Onun çevresinde bulunan güzel yüzlü, bembeyaz bazı erkekler bize “Geri dönün ey yüzleri kara kimseler” dediler. Bunun üzerine dağıldık ve bu kez de sahabiler bizim omuzlarımıza bindiler ve böylece yenilgiye uğradık.
- Cübeyr b. Mut’im şöyle anlatıyor: Huneyn gününde Hz. Peygamber’le beraberdim. Savaşın bütün şiddetiyle sürmekte olduğu bir sırada gökten beyaz abalar giymiş birilerinin indiğini gördüm. Bunlar bulunduğumuz vadiyi karıncalar gibi doldurarak kafirlerin arasına girdiler ve onları bozguna uğratarak kaçırdılar. İşte o zaman onların melek olduklarında şüphemiz kalmamıştı.
Ashabın Uhud ve Hendek Savaşlarında Meleklerle Desteklenmesi
- Hz. Peygamber Uhud gününde Mus’ab b. Umeyr’e sancağını verdi. Mus’ab şehid düştü. Onun suretinde bir melek sancağı aldı. Akşama doğru Hz. Peygamber
“Ey Mus’ab! Gel” dedi. Melek, Hz. Peygamber’e dönerek
“Ben Mus’ab değilim” deyince, Hz. Peygamber onun melek olduğunu ve imdada geldiğini anladı.
- Hz. Peygamber’in Benî Kureyza yahudileri üzerine yürüdüğünde, Cebrail ve askerlerinin Benî Ğanem sokaklarında kaldırdıkları toz bulutunu görür gibiyim.
- Hz. Peygamber ve ashabı silahlarını çıkardılar. Cebrail, Rasûlullah’a geldi. Hz. Peygamber Cebrail’i karşılamaya çıktı. Cebrail atının göğsüne dayanmıştı. Hz. Peygamber’e
“Biz hâlâ silahlarımızı bırakmadık, kalk Benî Kureyza yahudilerinin üzerine yürü” dedi. Hz. Peygamber
“Arkadaşlarım yoruldu. Onlara bir kaç gün mühlet versek iyi olacak” dedi. Cebrail
“Hayır, kalk ve Beni Kureyza’ya saldırıya geç, yemin ederim ki, atımı kalelerinin içine süreceğim” dedi. Sonra yanındaki meleklerle beraber yürüdüler. Atlarının, ensardan Benî Ğanem’in sokaklarında çıkardıkları tozlar göklere yükseliyordu .
- Hz. Peygamber ve ashabı silahlarını çıkardılar. Cebrail, Rasûlullah’a geldi. Hz. Peygamber Cebrail’i karşılamaya çıktı. Cebrail atının göğsüne dayanmıştı. Hz. Peygamber’e
“Biz hâlâ silahlarımızı bırakmadık, kalk Benî Kureyza yahudilerinin üzerine yürü” dedi. Hz. Peygamber
“Arkadaşlarım yoruldu. Onlara bir kaç gün mühlet versek iyi olacak” dedi. Cebrail
“Hayır, kalk ve Beni Kureyza’ya saldırıya geç, yemin ederim ki, atımı kalelerinin içine süreceğim” dedi. Sonra yanındaki meleklerle beraber yürüdüler. Atlarının, ensardan Benî Ğanem’in sokaklarında çıkardıkları tozlar göklere yükseliyordu .
SAHABİLERİN BİRBİRLERİNİ RÜYALARINDA GÖRMELERİ
Hz. Abbas’ın ve Oğlu Abdullah (r.a.)’ın Hz. Ömer‘i Rüyalarında Görmeleri
- Hz. Abbas şöyle anlatıyor : Ben Hz. Ömer’in komşusu idim ve ondan daha üstün birisini görmedim. O gecelerini namazla, gündüzlerini de oruçla ve insanların ihtiyaçlarını yerine getirmekle geçirirdi. Vefatından sonra, onu bana rüyada göstermesi için Allah Teâlâ’ya dua ettim. Nihayet bir gece onu rüyamda gördüm. Kılıcı boynunda ve elbisesi sırtında olduğu halde Medine karşısında dolaşıyordu. Yanına vararak selam verdim. Selamımı aldıktan sonra kendisine nasıl olduğunu sordum:
“Çok iyiyim” cevabını verdi. Öldükten sonra neler gördüğünü sorduğumda da şunları söyledi:
“Henüz hesaba çekildim ve eğer Rabb’imin rahmeti olmasaydı tahtımdan düşecektim.”
- Hz. Abbas şöyle anlatıyor : Hz. Ömer benim dostumdu. Vefatından sonra bir yıl boyunca onu bana rüyamda göstermesi için Allah Teâlâ’ya yalvardım. Bir senenin sonunda onu gördüm. Alnındaki terleri siliyordu. Yanına vararak
“Ey Mü‘minlerin Emîri! Rabb’in sana nasıl muamele etti?” diye sordum. Şöyle cevap verdi:
“Hesaptan yeni çıktım. Eğer Rabb’imin geniş rahmeti olmasaydı tahtımdan düşecektim”.
- İbn Abbas (r.a.) şöyle anlatıyor : Vefatından sonra bir sene boyunca, Hz. Ömer’i bana rüyamda göstermesi için Allah’a yalvardım. Nihayet bir gün onu rüyamda gördüm. Kendisine nelerle karşılaştığını sordum.
“Rahim ve rauf olan Allah Teâlâ’ya kavuştum. Eğer O’nun rahmeti olmasaydı tahtım parçalanacaktı” dedi.
İbn Ömer (r. a) ile Ensar’dan Bir Kişinin Hz. Ömer’i Rüyalarında Görmeleri
- İbn Ömer (r.a.) şöyle anlatıyor : Babam Ömer’in akibetini öğrenmeyi herşeyden çok istiyordum. Bir gece rüyamda bir kasr gördüm ve onun kime ait olduğunu sordum. Ömer b. Hattab’a ait olduğunu söylediler. Tam o sırada babam Ömer kasrın kapısında göründü. Yeni yıkanmış gibiydi ve sırtında da bir havlu vardı. Nasıl olduğunu sordum. Şöyle cevap verdi:
“Çok iyiyim. Eğer gafûr ve rahîm olan bir Rabb ile karşılaşmasaydım tahtım devrilecekti”. Sonra da bana
“Sizden ayrılalı ne kadar oluyor?” diye sordu. Oniki sene olduğunu söylediğimde de
“Hesaptan daha yeni kurtulabildim” dedi.
Sâlim b. Abdillah şöyle anlatıyor : Allah Teâlâ’ya Hz. Ömer’i bana rüyamda göstermesi için yalvardım; fakat ancak on sene sonra görebildim. Alnındaki terleri siliyordu.
“Ey Mü’minlerin Emîri! Ne yapıyorsunuz; nasılsınız?” diye sorduğumda şunları söyledi:
“Hesaptan daha yeni kurtuldum. Eğer Allah’ın rahmeti olmasaydı helak olacaktım”.
Abdurrahman b. Avf (r.a.)’ın Hz. Ömer’i Rüyasında Görmesi
- Abdurrahman b. Avf şöyle anlatıyor: Bir keresinde hacdan dönüyordum. Mekke ile Medine arasında Sükyâ adındaki köyde konakladım. O gece rüyamda Hz. Ömer’i gördüm. Yürüyerek geldi ve yanımda yatan Utbe kızı Ümmü Gülsüm’ü ayağıyla dürterek uyandırdı. Sonra da dönüp gitti. Halk onun peşinden koştular. Ben de elbiselerimi istedim ve giyinerek arkasından koşmaya başladım. Ona ilk yetişen ben oldum; bu arada da oldukça yorulmuştum.
“Ey Mü’minlerin Emîri! Çok hızlı gidiyorsunuz ve insanlar size yetişemiyor. Ben de koşarak yetişebildim ve bu yüzden de yoruldum” dedim. Bunun üzerine
“Çok hızlı gittiğimi zannetmiyorum” buyurdu. Abdurrahman’ın nefsini kudret elinde tutan Allah’a yemin ederim ki Hz. Ömer insanları ameliyle geride bırakmıştır.
Abdullah b. Selâm’ın Selmân-ı, Fârisî’yi Rüyasında Görmesi
- Abdullah b. Selâm şöyle anlatıyor: Selmân-ı Fârisî bir gün bana
“Ey kardeşim! Hangimiz daha önce ölürsek öbürü onunla rüyada irtibat kursun!” dedi. Bunun üzerine ben
“Böyle birşey olur mu?” diye sordum. şöyle dedi:
“Evet olur. Çünkü mü’minin ruhu hür ve serbesttir. Yeryüzünde istediği yere gidebilir. Kafirin ruhu ise hapistedir”. Bu konuşmamızdan bir süre sonra Selmân vefat etti. Bir gün öğle üzeri kaylûle uykusuna dalmıştım. Rüyamda Selman gelerek
“Allah’ın selamı ve rahmeti üzerine olsun!” diye selam verdi. Ben de
“Allah’ın selam ve rahmeti senin üzerine de olsun ey Allah’ın kulu!” şeklinde selamını aldıktan sonra
“Ahiretteki yerini nasıl buldun?” diye sordum. Şu cevabı verdi:
“Çok hayırlı buldum. Ey Abdullah! Sana bazı tavsiyelerde bulunayım: Sakın tevekkülden ayrılma! Çünkü tevekkül en güzel bir vasıftır! Sakın tevekkülden ayrılma: çünkü o en güzel bir vasıftır.”
- Abdullah b. Selâm, Selmân-ı Fârisî’yi vefatından sonra rüyasında gördü ve ona
“Ey Eba Abdillah! Nasılsın?” diye sordu. O da
“Çok iyiyim” cevabını verdi. Abdullah’ın
“Amellerinin içerisinde en üstün gördüğün hangisidir?” sorusunu da
“Tevekkülü amellerin en acayiplerinden biri olarak gördüm” şeklinde cevaplandırdı.
Avf b. Mâlik’in Abdurrahman b. Avf’ı Rüyasında Görmesi
- Avf b. Mâlik şöyle anlatıyor: Bir gün rüyamda yemyeşil bir çayırın ortasında kurulmuş deriden bir çadır gördüm. Etrafında da istirahata çekilerek geviş getiren ve hurma gibi dışkılar çıkaran koyunlar vardı.
“Bu kimindir?” diye sordum.
“Bu çadır Abdurrahman b. Avf’a aittir” denildi. Bunun üzerine onun çadırdan çıkmasını bekledim. Çıktığında şunları söyledi:
“Ey Avf! Allah Teâlâ bütün bunları bana Kur’ân sayesinde vermiştir. Eğer şu tepenin üzerine çıkmış olsaydın gözlerin görüp kulakların işitemediği ve kalblerin tasavvur dahi edemediği şeyleri görürdün. Allah Teâlâ bunları da Ebu‘d-Derdâ için hazırlamıştır. Çünkü Ebu’d- Derdâ dünyaya asla değer vermez ve onu hem elleriyle ve hem de göğsüyle iterdi.”
Abdullah b. Amr b. Harâm’ın Mübeşşir b. Abdilmünzir’i Rüyasında Görmesi
- Abdullah b. Amr b. Harâm şöyle anlatıyor : Uhud savaşından önce Mübeşşir b. Abdilmünzir’i rüyamda gördüm. Bana
“Sen de önümüzdeki günlerde bizim yanımıza geleceksin” diyordu. Ona
“Şu anda neredesin?” diye sordum.
“Cennetteyim. Burada dilediğimiz yere gidip geliyoruz” cevabını verdi. Bunun üzerine
“Peki sen Bedir gününde öldürülmemiş miydin?” dediğimde de
“Evet; ama Allah Teâlâ beni tekrar diriltti” dedi. Bu rüyamı Hz. Peygamber’e anlattığımda
“Ey Ebâ Ca’fer! İşte şehadet mertebesi budur” bu buyurdular.
SAHABİLERİN Hz. PEYGAMBER’İ RÜYALARINDA GÖRMELERİ
Ebu Musa el-Eş’arî’nin Hz. Peygamber’i Rüyasında Görmesi
- Ebu Musa el-Eş’arî şöyle anlatıyor: Bir gece rüyamda birçok cadde gördüm. Nihayet bir tanesi hariç hepsi gözden kayboldu. O caddeyi takip ettiğimde bir dağın tepesinde otu
rmakta olan Hz. Peygamber’le Ebubekir Sıddîk’i gördüm. Birara o Hz. Ömer’e
“Gel!” diye işaret eli. Uyandığımda
“İnnâ lillâh ve innâ ileyhi râciûn (Biz Allah içiniz ve yine O’na döneceğiz) Allah’a yemin ederim ki Mü’minlerin Emîri (Hz. Ömer) öldü” dedim. Bunun üzerine Enes b. Mâlik
“Bu rüyanı niçin Ömer’e yazmıyorsun?” dedi. Ben de
“Benden, ona öleceğini söylememi mi istiyorsun?” karşılığını verdim.
Hz. Osman’ın, Hz. Peygamber’i Rüyasında Görmesi
- Kesir b. Salt şöyle anlatıyor: Hz. Osman öldürüleceği gün bir müddet uyumuştu. Kalktığında
“Bir rüya gördüm ve eğer insanların “Osman fitne çıkarmak istiyor” demelerinden korkmasaydım size de anlatırdım” dedi. Bunun üzerine biz
“Allah seni islah eylesin. Onu bize anlat, çünkü bizim halkın söylediklerini söylemeyeceğimize emin olabilirsin!” dedik. O zaman şunları söyledi:
“Rüyamda Hz. Peygamber’i gördüm. Bana “Ey Osman! Bu cum’a bizim yanımızda olacaksın” buyurdular.”
- Hz. Osman öldürüleceği günün sabahında yanındakilere şunları söyledi:
“Bu gece Hz. Peygamber’i rüyamda gördüm. Bana “Ey Osman! Bu akşam orucunu bizim yanımızda aç!” dediler”. Bundan sonra oruca niyet eden Hz. Osman O gün şehit edildi.
- Hz. Osman öldürüleceği gün yirmi köle azat etti ve sonra da kendisine iş elbiseleri getirilmesini istedi. Halbuki daha önce ne câhiliyede ve ne de İslâm’dan sonra iş elbisesi giymemişti. Sonra da “Hz. Peygamber’i rüyamda gördüm. Yanında Ebubekir’le Ömer de vardı. Bana “Sabret ey Osman! Bu akşam orucunu bizim yanımızda açacaksın” buyurdular” diyerek mushafının getirilmesini istedi. O gün mushaf önünde açık olduğu halde öldürüldü.
Hz. Ali’nin Hz. Peygamber’i Rüyasında Görmesi
- Hz. Ali bir gün şunları söyledi: “Dün gece dostum Hz. Peygamber’i rüyamda gördüm. Ona kendisinden sonra Iraklılardan neler çektiğimi söyledim. Bunun üzerine bana yakın bir zamanda huzur ve rahata kavuşacağımı va’dettiler”. Hz. Ali bu rüyasından üç gün sonra şehit edildi.
- Ebu Sâlih şöyle anlatıyor : Hz. Ali bir gün şunları söyledi:
“Hz. Peygamber’i rüyamda gördüm. Ağlayarak, ümmetinden çektiğim eziyetlerden şikayet ettim. Bunun üzerine bana
“Ey Ali! Ağlama ve dönüp arkana bak!” buyurdular. Dönüp baktığımda zincirlerle bağlı iki kişi gördüm ki büyük bir kaya başlarını parçalıyordu. Daha sonra parçalanan kafaları yine eskisi gibi oluyor ve bu böyle sürüp gidiyordu”. Her gün olduğu gibi şehit edildiği sabah da Hz. Ali’nin yanına gitmek üzere evden çıktım. Ancak Cezzareyn denilen yere geldiğimde Hz. Ali’nin şehit edildiğini öğrendim.
Hz. Hasan’ın, Hz. Peygamber’i Rüyasında Görmesi
- Hz. Hasan bir gün şunları anlattı:
“Hz. Peygamber’i rüyamda gördüm, arşa sarılmıştı. Sonra Ebubekir’i gördüm; Hz. Peygamber’in eteğinden tutmuştu. Ömer, Ebubekir’in; Osman da Ömer’in eteğinden tutmuştu. O sırada gökten kan yağıyordu”. Hz. Hasan bu rüyasını Şam’dan bir gruba anlatmıştı. Onlar
“Peki sen Hz. Ali’yi görmedin mi?” diye sordular. Hz. Hasan da şöyle cevap verdi:
“Onu Hz. Peygamber’in eteğine tutunmuş olarak görmeyi çok isterdim. Ancak bu bir rüyadır ve onu ancak anlattığım şekilde gördüm.”
- Hz. Hasan bir gün şunları söyledi: “Ey insanlar! Dün gece acayip bir rüya gördüm. Rüyamda Allah Teâlâ’nın arşın üzerinde durmakta olduğunu gördüm. Sonra Hz. Peygamber gelerek arş’ın ayaklarından birisinin yanında durdu. Arkasından Ebubekir geldi ve elini Hz. Peygamber’in omuzuna koydu. Onun arkasından da Ömer geldi ve o da elini Ebubekir’in omuzuna koydu. Sonra da Osman geldi ve elleriyle işaret ederek
“Ey Rabb’im! Kullarına beni niçin öldürdüklerini sor” dedi. O zaman gökte bulunan iki oluktan yeryüzüne kan akıtıldı” Onun bu söylediklerini işiten bazı kişiler Hz. Ali’ye koşarak
“Oğlun Hasan’ın neler söylediğini görmez misin?” dediler. O da
“Hasan ancak gördüklerini söylüyor” dedi.
- Bunları anlatan Hz. Hasan
“Bu rüyadan sonra artık kimse ile savaşmayacağım” diyerek sözlerini şöyle sürdürdü:
“Osman da elini Ömer’in omuzuna koydu. Onların ötesinde kan bulunduğunu gördüm ve onun ne olduğunu sordum. Onun Osman’ın kanı olduğunu söyleyerek
“Allah Teâlâ bu kanın hesabını soracaktır” dediler.”
İbn Abbas (r.a.)’ın Hz. Peygamber’i Rüyasında Görmesi
- İbn Abbas (r.a.) şöyle anlatıyor: Bir gün gündüzün ortasında uykuya daldım. Rüyamda Hz. Peygamber’i gördüm. Üstü başı toz-toprak içerisindeydi ve saçı-sakalı birbirine karışmıştı. Elinde de bir kavanoz vardı. Onun ne olduğunu sordum.
“Hüseyin ve arkadaşlarının kanıdır. Onu sabahtan beri durmadan topluyorum” buyurdular. Gerçekten de sonradan öğrendik ki Hz. Hüseyin benim o rüyayı gördüğüm gün şehit edilmişti.
ABDULLAH İBN’ÜL MÜBAREK
İmam-ı Buhâri’nin hocasının hocası olan Abdullah İbn’ül Mübarek, Mezhep imamlarımız, İmam-ı Âzam ve İmam-ı Mâlik hazretlerini tanıyıp takdir eden, Ahmed İbn-i Hanbel hazretleri tarafından da takdir edilen, üzerinde ittifak edilip ihtilaf edilmeyen, savaş dönüşü şehadetle ebedileşen Horasanlı Türk Hadis Doktoru Abdullah İbn’ül Mübarek (rahmetullahi aleyh) in doğumu H.118’de “Merv”dedir.Abdullah ibn’ül Mübarek, rivayetlerden birine göre deniz, diğerine göre ise, Tarsus’tan gaza dönüşü, Hit’te vefat etmiştir..Vefatının H. 178, 180, 181, 182 senelerinde olduğuna dair rivayetler vardır. En sağlamı, Ahmed b. Hanbel’in takdir ettiği 181 senesidir.
Kitab’ül Cihad
1. Kısım
- “Ebu d-Derda hazretlerinden : ‘Salih iş gazadan öncedir. Çünkü siz, ancak, işlediğiniz (iyi) işleriniz’e (uygun olarak) savaşırsınız.”
- “Ebu d-Derda hazretlerinden : ‘Allah yolunda öldürülmek günah kirini yıkar.’ ‘Katl edilmek ikidir; biri kefarete, diğeri derecenin artmasına sebep olur.”
- “Ebu Hureyre (r.a.) Efendimiz (s.a.v.)’den şöyle rivayet eder: ‘Allah yolunda cihad edenin misali; O, oruç tutan, gece ve gündüz zamanlarında Allah’ın ayetleriyle, şu direk gibi ayakta duran kimse gibidir.”
- “Ebu Hureyre (ra) den, Resûlüllah (sav) buyurdu: ‘Allah yolundaki toz ve Cehennem ateşinin dumanı, Müslüman bir kulun burnunda asla bir araya gelmez.”
- “Mesruk (ra) den : ‘hiçbir hal, içinde kulun duasının kabul edilmesi için, Allah yolunda cihad da olması müstesna, secde ederken yüzünü toprağa sürmesi halinden daha layık değildir.”
- “Said ibnü Ebi Hilal’e şu haber ulaşmıştır: ‘Abdurrahman ibnü Avf (ra), insanların hayret ettiği bir sadaka verdi. Nihayet bu (sadaka) Nebi (sav)’in yanında anıldı. Bunun üzerine Efendimiz; ‘İbnü Avf’ın sadakasını çok mu beğendiniz?’ dedi. ‘Evet yâ Resûlallah’ dediler.
Efendimiz; ‘Muhacirlerin fakirlerinden bir fakirin bineği olmadığından kamçısını yerde sürüyerek erkence savaşa çıkması, İbnü Avf’ın sadakasından üstündür’ buyurdu.”
- “Ebu Hureyre (ra)’den. Nebi (sav) buyurdu: ‘Allah yolunda müslümanın aldığı yara, kıyamet gününde, vurulduğundaki hey’eti gibidir. Kanı fışkırır. Rengi kan, kokusu misktir.”
- “Ebu Hureyre (ra) buyurdu: ‘Cüretli, tam cüretli, düşman hazır olduğunda, arkasını dönüp kaçandır. Korkak, tam korkak ise, düşman hazır olduğunda, Allah’ın dilediği oluncaya kadar, onlara saldırandır.”
“Ey Eba Hureyre, bu nasıl olur? Denildi. O da, ‘kaçan, Allah’a karşı cürette bulunup kaçtı. Korkak ise, Allah’tan korktu’ buyurdu.”
- “Ebu Hureyre (ra)’den. Resûlüllah (sav) buyurdu: ‘Bana Cennete girenlerin ve Cehenneme girenlerin ilk üçü arz olundu.
Cennete giren ilk üç kişi; 1) Şehid. 2) Rabbına ibadeti güzel yapan, efendisine de samimi olan bir köle. 3) Ailesi çok olan, buna rağmen kötü iş ve sözden uzak duran namuslu bir adamdır.
Cehenneme giren ilk üçe gelince; 1) Zorba bir emir. 2) Malı olup hakkını vermeyen zengin. 3) Allah’ın emrinden dışarı çıkan fakir.”
- “Abdullah İbnü Amr (ra) buyurdu: ‘Dikkat edin. Size Allah yanında kıyamet günü şehidlerin derece bakımından en efdalini haber vereyim mi?’ (Onlar) ‘saf içinde düşmanla karşılaşan, düşmanlarıyla yüz yüze gelince de kılıcını omzuna koymuş olduğu halde, sağa sola dönmeyenlerdir.’ ‘Allah’ım! Boş günlerde geçirdiğime karşılık, bugün nefsimi sana icara veriyorum’ der ve bu esnada öldürülür.”
‘işte bu, Cennetin yüksek odalarında diledikleri yerde hayranlıkla dolaşan şehidlerdendir.’
- “Abdullah İbnü Übeyd İbnü Ümeyr (ra) ‘den : ‘Yâ Resûlüllah, hangi cihad en efdaldir?’ denildi. O da: ‘Kimin atı öldürülmüş, kanı dökülmüşse’ buyurdu”
- “Hâlid İbnü Mîdan (ra) den: Resûlüllah (sav) buyurdu; ‘Şehidler Allah’ın emin kıldığı kimselerdir. İster öldürülsünler, isterse yataklarında ölsünler.”
- “Salih ibnü Abdillah’a: ‘Emirden sana herhangi bir şey yok’ âyeti (Al-i İmran,128) ne hakkında nazil oldu ? diye soruldu. O da; ‘Resûlüllah (sav), Safvan ibnü Ümeyye, Süheyl ibnü Amr ve El-Haris ibnü Hişama beddua ediyordu. Bunun üzerine, şu âyet ‘Emirden sana bir şey yok’ (yani, sana herhangi bir emir yok) ister onların tevbelerini kabul eder, ister cezalandırırsın, çünkü onlar zâlimlerdir’ (Al-i İmran, 128 âyeti) nazil oldu, buyurdu.”
- “Câbir ibni Atîk (ra), kendisine ait yazılı bir nüshada haber verdi ki, Atîk ibnü Câbir ona şöyle haber verdi: Resûlüllah (sav) Abdullah ibnü Sabit’i hastalığında ziyarete geldi. Onu ölüm halinde buldu. Ona seslendi, fakat cevap vermedi. Resûlüllah (sav), ‘innâ lillah ve inna ileyhi râcîun’ dedikten sonra; ‘Ey Eba-Rabî! Artık Allah’a karşı boynumuz eğri’ dedi. Bunun üzerine, kadınlar feryad edip ağladılar. İbnü Atik onları susturmaya başladı. Resûlüllah (sav) ‘Bırak onları, vacip olunca hiçbir ağlayan ağlamayacaktır’ buyurdu.
‘Vacip olma nedir ya Resûlüllah?’ dediler.
O da; ‘Ölünce’ buyurdu.
Kızı; ‘Vallahi ben senin Şehid olmanı umardım. Çünkü sen techizatını hazırlamıştın’ dedi. Resûlüllah (sav); ‘Allah Tebareke ve teala onun ecrini niyetine göre verdi. Siz neyi Şehadet sayıyorsunuz?’ buyurdu.
Onlar da; ‘Allah yolunda öldürülmeyi’ dediler.
Resûlüllah (sav): ‘Şehidler yedi dir;
1- Allah yolunda öldürülen(den başka)
2- (Allah yolundayken) karın hastalığından ölen de şehiddir.
3- Boğulan şehiddir.
4- Salgın hastalıktan ölen de şehiddir.
5- Üzerine bir şey yıkılarak ölen de şehiddir.
6- Yanarak ölen de şehiddir.
7- Karnında çocuk olarak ölen kadın da şehiddir.’ Buyurdu.”
- “Süleyman ibnü Eban’dan: ‘Resûlüllah (sav) Bedir savaşına çıktığında Saad, babası Hayseme’yle beraber çıkmak istedi.Bunu Resûlüllah (sav)’e söylediler. Onlara ikisinden birinin çıkmasını emretti. Bunun üzerine okla Kur’a çektiler. Saad’ın oku çıktı. Babası ‘nefsine, beni tercih et oğulcuğum’ dedi. O da; ‘Babacığım, O Cennet’tir. Başka bir şey olsaydı, seni nefsime tercih ederdim’ dedi. Bunun üzerine, Saad savaşa Nebi (sav) ile çıktı ve Bedir savaşında öldürülerek Şehid oldu. Ertesi sene, Uhud günü, babası Hayseme öldürülerek Şehid oldu.”
- “Câbir ibnü Abdillah’dan. Halife Muaviye (ra), vaadinin ağzını açmak istediğinde ‘(Uhud’da) kimiz maktulü varsa, başına gelsin’ dedi. Biz onları, birbiri üzerine katlanmış terü taze çıkardık. Onlardan birinin parmağına kazma isabet etti. Kan fışkırdı. Ebu Saîd’ül Hudrî (ra): ‘Bundan sonra sizden kimse şunu asla inkar edemeyecektir’ buyurdu.
- “İbnü Abbas (ra)’dan: uhud’da şehidler şehadete erip, menzillerine indiklerinde, şehadete ermemiş fakat ermek isteyen arkadaşlarından bir kısım insanların makamlarını gördüler; ‘Arkadaşlarımızın Allah yanında hayırdan bize isabet edenleri bilmeleri nasıl olur?’ dediler. Allah Teala hazretleri de bunun üzerine; ‘Allah yolunda öldürülenleri ölüler zannetmeyin. Bilekis onlar hayat sahibidirler ve Rablari yanında rızıklanmaktadırlar’(Al-i İmran, 169) âyetini sonuna kadar inzâl eyledi.”
- “Enes ibnü Mâlik (ra)’den: Ebu Talha şu; ‘Hafif iken de ağır iken de savaşa çıkınız’ âyetini okudu. Ve; ‘Allah Tebareke ve Teâlâ, bizden ihtiyarken de genç iken de savaşa çıkmamızı istedi. Beni techiz ediniz!..’ dedi.”
“Oğulları: ‘Allah sana merhamet etsin! Nebi (sav) Ebu Bekr ve Ömer devrinde gazaya çıktın. Şimdi de biz senin yerine gazaya çıkıyoruz’ dediler. Bundan sonra, deniz gazasına çıktı ve vefat etti. Gömecekleri bir ada aradılar. Adayı ancak yedi gün sonra bulabildiler. Buna rağmen O, değişmemişti.”
- “Tavus El-Yemâni’den. Resûlüllah (sav) buyurdu: ‘Kıyametten önce, Allah beni kılıçle gönderdi. Rızkımı mızrağımın gölgesi altında kıldı. Zilleti ve küçüklüğü de bana muhalefet üzerine kıldı. Kim kendini bir kavme benzetmeye çalışırsa, onlardandır.”
- “Hâlid ibnü’l Velîd (ra) buyurdu: ‘Sevdiğim bir gelinin bana hediye edileceği veya bir oğlan çocukla müjdeleneceğim hiçbir gece, bana, bir ordu içinde ertesi sabah düşmanla karşılaşacağım, soğuğu şiddetli, buzlu bir geceden daha sevgili değildir.”
nateskases@gmail.com
KIRK HADİS
İMAM-I NEVEVî
(Rahmetullahi Aleyh)
Hadis-i şerifte: "Kim ümmetime dini işlerine dair kırk hadis hıfzediverirse, Allah Teâlâ onu alimler zümresinde haşreder.... Ben de kıyamet gününde ona şahid ve şefaatçi olurum" buyurulmuştur.
İslâm âlimleri bu müjdeye erebilmek için eşitli konularda Kırk Hadisler derlemişler.
Tarihte ilkönce kırk hadis derleyenin Kûfe'de oturan Merv'li Bilgin Abdullah İbn-i Mübarek olduğu bilinmektedir.
İmâm Nevevi'nin bu geleneği devam ettiren elinizdeki eseri, en fazla yayınlanan ve üzerine şerhler yapılan bir eserdir..
1. Emirü'l-Mü'minin Ebû Hafs Ömer b. El-Hattâb (ra)'den:
Demiştir ki, kendim işittim, Resûlullâh (sav) şöyle buyuruyordu:
Ameller (in kıymeti) niyetlere bağlıdır. Herkesin niyet ettiği ne ise eline geçecek olan odur. Hicreti Allah'a ve Resülü'ne müteveccih olanın hicreti Allah'a ve Resûlullah'adır. Hicreti, eline geçireceği bir dünyaya veya nikah edeceği bir kadına müteveccih ise hicreti de gaye-i hicreti ne ise (dünya veya kadın) ona müntehidir.
(Bu hadis-i şerifi, her biri İmâmü'l-muhaddisin olan Ebû Abdillâh Muhammed b. İsmâil b. İbrahim b. el-Mugire b. Berdizbe el-Buhari el-Cu'fi ile Ebü'l-hüseyn Müslim b. el-Haccac el-Kuşeyri En-Nisabiri kütüb-i musannifenin esahhı olup sahihayı denilen kibatlarında rivâyet emişlerdir.)
2. Yine ömer b. El-Hattâb (ra)'den:
Demiştir ki, günün birinde Resûlullah (sav) Efendimiz'in huzûrunda bulunduğumuz sırada bir de baktık ki elbisesi bembeyaz, saçları simsiyah, üzerinde yolculuğa delalet eder hiç bir alâmet olmayan ve böyle iken yine hiç birimizce tanınmayan bir kimse karşımıza çıka geldi. (sokula sokula) nihâyet Nebiyy-i Ekrem (sav) Hazretleri'nin yanına (varıp) oturdu. Ve dizlerini dizlerine dayayıp ve her iki avucunu iki uyluğu üzerine koyup: "Ya Muhammed, İslam nedir? Bana söyle" dedi. Resûlullah (sav): "İslâm Allah'dan başka hiç bir ilâh ve Ma'bûd-ı bi'l-hak olmadığına ve Muhammed'in Resûlullah olduğuna şehâdet etmen, namazı ikâme etmen, zekâtı vermen, Ramazan'da oruç tutman ve yoluna gücün yeterse Beytu'llâh'a hac etmendir." buyurdu. O (yabancı kimse): "Doğru söylüyorsun." dedi. Biz onun hâline hem Cenâb-ı Resûl'e soruyor, hem de onu tasdik ediyor diye teaccüb ettik. Ondan sonra: "Bir de imân nedir?" söyle." diye sordu. Resûl-i Ekrem (sav) Efendimiz: "İmân Allah'a, meleklerine, kitablarına, peygamberlerine, âhiret gününe imân etmendir. Bir de hayır ve şer (tatlı, acı hangi türlüsü olursa olsun) kadere imân etmendir." buyurunca yine: "Doğru söylüyorsun." dedi. Ve: "ihsan nedir? söyle" diye bir daha sordu. Cenâb-ı Risâlet-meâb Efendimiz de: "İhsan, Allah'a sanki görüyormuş gibi ibâdet etmendir. Zirâ sen O'nu görmüyorsan, O seni görüyor." buyurdu. O, yine: "Doğru söylüyorsun." dedikten sonra: "Kıyâmet (in ne zaman kopacağın)ı bana haber ver." dedi. Cevâben: "Bunda sorulanın ilmi sorandan ziyâde değildir." buyurdu. "Öyle ise emârelerin (yani daha evvelki alâmetlerini) bildir" dedi. Cevâbında: "Câriye-i memlûkenin kendi sâhibini doğurması ve yalın ayak, sırtı çıplak, fakir davar çobanlarının hangimizin kurduğu binâ daha yüksektir diye (servet ve sâmânca) yarışa çıktıklarını görmendir." buyurdu. Bundan sonra o (yabancı) kimse gitti. Nebiyy-i Ekrem (sav) Hazretleri de durdu durdu da neden sonra: "Yâ Ömer, bilir misin o soran kim idi?" diye sual buyurdu. "Allah ve Resûlü a'lemdir". dedim. Buyurdular ki: "O, Cibril idi. Size dininizi öğretmek için geldi."
(Bu hadis-i şerifi, Müslim rivayet etmiştir.)
3. Ebû-Abdü'r-Rahmân Abdullah b. Ömer b. El-Hattâb (ra)'dan:
Demiştir ki, kendim işittim, Resûlullâh (sav) şöyle buyurdu: (Binâ-yı) İslâm beş şey üzerine kurulmuştur: Allah'dan başka hiç bir ilâh ve Ma'bûd-ı bi'l-hak olmadığına ve Muhammed'in O'nun kulu ve Resûlü olduğuna şehâdet, namazğ ikâme, zekâtı vermek, hacc-ı Beytu'llâh, savm-ı Ramazan.
(Bu hadis-i Şerifi, Buhâri ile Müslim tahric etmişlerdir.)
4. Ebû-Abdi'r-Rahman Abdullah b. Mes'ud (ra)'den:
Demiştir ki; Resûlullâh (sav) "ki sadık ve masdûk O'dur" bize şöyle buyurdu: "Her birinizin (mâye-i) hilkati ana rahminde nutfe olarak kırk gün derlenir toplanır. Sonra tıpkı öyle alâka (kan pıhtısı) olur. Sonra yine tıpkı öyle mudğa (et parçası) olur. Ondan sonra da melek gönderilir, ona nefh-ı rûh eder. Ve dört kelimeyi yani rızkını, ecelini, amelini ve şâki mi yoksa saîd mi olacağını (hükm-i kazâ ve kader olarak) yazması (o meleğe) emrolunur. Kendisinden başka hak ilâh olmayan Allah'a kasem ederim ki, içinizde öyle adam bulunur ki, ehl-i Cennet amelleriyle âmil ola ola kendisi ile Cennet arasında bir arşından ziyâde mesâfe kalmaz. Derken (hükm-i) kitab (yâni o yazının hükmü) ona galebe eder, ehl-i nâr ameli ile âmil olur da Cehennem'e girer. Kezâlik içinizde öyle adam bulunur ki, ehl-i nâr ameli ile amil ola ola kendisi ile Cehennem arasında bir arşından ziyâde mesâfe kalmaz. Derken (hükmü-i kitab ona galebe eder, ehl-i Cennet ameli ile âmil olur da Cennet'e girer.
(Bu hadis-i şerifi, Bihari ile Müslim rivâyet etmişlerdir.)
5. Ümmü'l-Mü'minin Ümm-i Abdu'llah-i Aişe-i Sıddika (ra)'dan:
Demiştir ki, Resûlullâh (sav) Efendimiz Hazretleri şöyle buyurdu: "Her kim bizim bu işimizin (yâni dinimizin) içine ondan olmayan bir şeyi yeniden sokarsa (o yaptığı iş) merdûddur, başına çalınır."
(Bu hadis-i şerifi, Buhari ve Müslim rivâyet etmişlerdir.)
Müslim'den gelen diğer bir rivyaette de şöyle denilmiştir.
Her kim emrimize (ahkâm-ı dinimize) uygun olmayan bir amel işlerse o ameli merdûddur, başına çalınır.
6. Ebu Abdi'llâh Nu'mân b. Beşir (ra)'dan:
Demiştir ki, Resûlullâh (sav) Hazretlerinden kendim işittim; şöyle buyuruyordu: Halâl belli, haram da bellidir. İkisi arasında da (halâl mi, haram mı belli olmayan birtakım) şüpheli şeyler vardır ki, çok kimseler onları bilmezler. Şüpheli şeylerden her kim sakınırsa, dinini ve ırzını kurtarmış olur. Her kim şüpheli şeylerin içine dalarsa harâmın da içine dalmış olur. (böylesi) tıpkı (içine girmek yasak edilen) koru etrâfında davar otlatan çoban gibidir ki, sürüsünü o koruya (düşünüp) otlatmak tehlikesi karşısında bulunur. Haberiniz olsun, her padişahın bir korusu olur. Biliniz ki, Allah'ın korusu da harâm ettiği şeylerdir. Ağah olunuz, cesedin içinde bir et parçası vardır ki, iyi olur olursa bütün cesed iyi olur. Bozuk olursa bütün cesed bozuk olur. İşte o (et parçası) kalbdir.
(Bu hadis-i şerifi, Buhâri ile Müslim rivâyet etmişlerdir.)
7. Ebu Rukayye Temin b. Evs ed-Dâri (ra)'den:
Demiştir ki, Nebiyy-i Ekrem (sav) Efendimiz şöyle buyurdu: "Din hemen nasihattır. Din hemen nasihattir. Din hemen nasihattir." "Yâ Resûla'llâh, kimin için nasihat?" diye sorduk. "Allah için, kitâbı için, Resûlü için, Eimme-i müslimin ve âmme-i müslimin için." buyurdular.
(Bu hadis-i şerifi, Müslim rivâyet etmiştir.)
8. Abdullah b. Ömer (rha)'dan:
Demiştir ki, Resûlullâh (sav) Efendimiz Hazretleri şöyle buyurdu: "Allâh'tan başka Hak İlâh olmadığına ve Muhammed'in Resûlu'llâh olduğuna (zahirde) şehadet, namazı ikâme, zekâtı edâ edinceye kadar nâs ile muhârebe etmek bana emrolundu. Onlar bunları yapınca "Müslümanlık hakkın muktezâsı (olan hudûd) müstesnâ olmak üzere" canların ve mallarını benim elimden kurtarırlar. (Batınlarından dolayı olan) hesaplarına gelince, o (hesâbı görmek) Allâh'a kalmıştır."
(Bu hadis-i şerifi, Müslim rivâyet etmiştir.)
9. Ebû Hureyre Abdu'r-Rahmân b. Sahr-ı Devsi (ra)'den:
Demiştir ki, kendim işittim, Resûlullâh (sav) Efendimiz şöyle buyurdu: "Sizi her neden nehyedersem ondan ictinâb ediniz. Size her neyi emredersem kudretiniz yettiği kadar yapınız (da nasıl yapacağınızı sormayınız.) Zirâ sizden evvelki (ümmet)leri helâk eden, ancak onların çok çok sormaları ve peygamberlerine muhâlefet etmeleri olmuştur.
(Bu hadis-i şerifi, Buhari ile Müslim rivâyet etmişlerdir.)
10. Ebû Hüreyre (ra)'den:
Demiştir ki, Resûlullâh (sav) şöyle buyurdu: "Allahû Teâla pâkdır. Pâk olandan başkasını kabûl etmez. Allahu Teâla mürsel olan Peygamberlerine neyi emrettiyse mü'minlere de onu emretmiştir. (Peygamberler): "Ey peygamberler, pâk ve halâl taâmlardan yiyiniz ve sâlih amel işleyiniz" (Mü'minlere de) "Ey iman edenler, rızk olarak size verdiğimiz pâk ve halâl şeylerden yiyiniz" buyurdu. Ondan sonra Resûl-i Ekrem (sav) Hazretleri (sözü döndüre dolaştıra) buyurdu ki, insan (Allah yolunda uzun seferlere katlanır, saçları birbirine karışmış, yüzü gözü toza bulanmış, "Yâ Râb! Yâ Rab!" diyerek ellerini gök yüzüne açar. Halbuki, yediği haram, içdiği haram, giydiği haram. Haram ile beslenmiş. Böylesinin duâsı nereden müstecâb olacak?"
(Bu hadis-i şerifi, Müslim rivâyet etmiştir.
11. Resulullah (sav)'in torunu ve sevgili yavrusu Ebû Muhammed Hasan b. Ali b. Ebi Talîb (rha)'dan:
Demiştir ki, Resûlullah (sav) Hazretleri'nin "(Hill ve hürmeti, fâide ve zararı) seni şüpheye düşüren şey'i bırak da düşürmeyene bak." buyurduklarını kendilerinden işitip belledim.
(Bu hadis-i şerifi Ahmed b. Şuayb-ı Nesei ile Ebu İsâ muhammed b. İsâ-yı Tirmizi rivâyet etmişlerdir. Tirmizi: "Bu hadis hasen'dir, şahiddir." diyor.)
12. Ebû Hüreyre (ra)'den:
Demiştir ki, Resûlullâh (sav) Hazretleri: "Kişinin mâlâya'niyi terketmesi, iyi müslüman olduğu(nun alâmetleri)ndendir." buyurdu.
(Bu hadis-i şerif hasen olup onu Tirmizi gibi başkan da böylece (mevsülen) rivayet etmişlerdir.)
13. Resûlullâh (sav)'in hadimi Ebû Hamza Enes b. Malik (ra)'den:
Demiştir ki: Resûlullâh (sav) Efendimiz: "Her biriniz kendi nefsi için neyi severse (yani arzu ederse Müslüman) kardeşi için de onu arzu etmedikçe mü'min olmuş olmaz." buyurdu.
(Bu hadis-i şerifi, Bûhari ile Müslim rivâyet etmişlerdir.)
14. İbn-i Mes'ud (rha)'den)
Demiştir ki: Resûlullâh (sav) şöyle buyurdu: (Şu) üç sebebden biri olmadıkça hiç bir Müslümanın kanı halâl olmaz: Biri, seyyib zâninin (yani başından nikâh geçmiş zaninin ki, recm olunur), diğeri kat-i nefs edenin (ki maktûle bedel kısas olunur), biri de dinin terk eden ve cemâatten ayrılanın (ki, katl olunur).
(Bu hadis-i şerifi, Buhari ve Müslim rivâyet etmişlerdir.)
15. Ebu Hüreyre (rha)'den:
Demiştirki: Resûlullâh (sav) Hazretleri şöyle buyurdu: "Allah'a ve âhiret gününe imânı olan, ya hayır söylesin, ya ağzını mühürlesin. Allah'a ve âhiret gününe imânı olan, komşusuna ikrâm etsin. Allah'a ve âhiret gününe imânı olan, misafirine ikrâm etsin."
(Bu hadis-i şerifi, Buhâri ile Müslim rivayet etmişlerdir.)
16. Ebû Hüreyre (ra)'den:
Demiştir ki: biri Nebiyy-i Ekrem (sav) Hazretlerine "Yâ (Resûla'llah), bana vasiyyet yâni nasihat et" dedi. (Cevâben) gazab etme, buyurdu. O kimse talebini birkaç defa tekrâr etti. (Hepsinde) gazab etme cevâbını verdi.
(Bu hadis-i şerifi, Buhari rivâyet etmiştir.)
17. Ebû Ya'lâ Şeddâd b. Evs (ra)den:
Demiştir ki, Resûl-i Ekrem (sav) efendimiz şöyle buyurdu: Allahû Teâla (cc) ve Tekaddes Hazretleri her şeye güzel muâmele edilmesini (iyilikle davranılmasını) emretmiştir. Öyle ise (canlı bir mahlûku haklı olarak) öldüreceğiniz vakitte (maktûlü ta'zîb etmiyecek) güzel bir sûret-i katli ihtiyâr ediniz. Kezâlik bir hayvanı boğazladığınız vakitte (hayvana ezâ vermiyecek) güzel bir sûrette boğazlayınız. Her hanginiz böyle bir işe girişecek olursa, bıçağını (iyice) bilesin ve zebîhasını (yâni keseceği hayvanı) rahatlandırsın.
(Bu hadîs şerîfi, Müslim rivâyet etmiştir.)
18. Ebû Zer Cündüb b. Cünâdete'l-Gıfârî ile Ebû Abdi'r-Rahmân Muâz b. Cebel (rha)dan:
Demişlerdir ki, Resûl-i Ekrem (sav) Efendimiz şöyle buyurdu: Her nerede olursan ol, Allah'tan ittikâ üzere bulun (yâni hakkını gözet ve gözetmemekten sakın). Seyyienin ardınca hemen haseneyi yetiştir ki, o seyyieyi mahvedesin. Halka da güzel huy ile muâmele et.
(Bu hadîs-i Tirmizî rivâyet etmiş olup (Hadis-i Hasen) olduğunu da tasrif eylemiştir. Bâzı nüshalara göre, (Hasen, Sahîh) diye kayıdlamıştır.
19. Ebu'l-Abbâs Abdullâh b. Abbâs (ra)'dan:
Demiştir ki, birgün Resûl-i Ekrem (sav)'in terkisinde idim. Buyurdu ki: Evlâd, sana bir kaç söz belleteyim: Allah'ı (yâni emir ve nehyini) gözet ki, Allah'da seni gözetsin. Allah'ı gözet ki, O'nu karşında bulasın. (Bir şey) istediğin vakit Allah'tan iste. Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile. Şunu bil ki, cemi mahlûkat el birliğiyle sana bir fâide ve menfaat bahş etmek isteseler, Allah'ın sana yazdığından fazla bir şey bahşedemezler. Kezâlik cemi mahlûkat el birliğiyle sana bir zarar vermek isteseler, Allah'ın sana takdir ettiği zarardan ziyadesini yapamazlar. Kalemler (işleri hitâma erip) kaldırılmış, sahifeler de (üzerlerindeki yazılar tamam olup) kurumuştur.
(Bu hadis-i Şerifi, Termizi rivâyet edip, (Hasen, Sahih) olduğunu söylemiştir. Tirmizi'den başkasını rivâyetine göre ise şöyle buyrulmuştur.)
Allah'ı gözet ki, O'nu önünde bulasın. Geniş zamanında Allah'a kendini sevdir ki, O da seni sıkıntı zamanında tanısın (sevsin). Bilmiş ol ki, (takdir-i İlâhi'ye göre) başına gelmiyecek olan şeyin sana isabet edeceği yok. Ve sana isabet edecek olan şeyden de senin kurtulacağın yok. Bilmiş ol ki, nusrat (-ı İlâhiyye) sabır ile, küşâyiş-i kalb de gam ve gussa ile beraberdir. Her güçlükle berâber bir kolaylık vardır.
20. Ebû Mes'ûd Ukbe b. Amr el-Ensâri el-Bedri (ra)'den:
Demiştir ki, Resûlullah (sav) Hazretleri şöyle buyurdu: "Utanmadıktan sonra dilediğini yap" sözü, ilk nübüvvet zamanlarından nâsın hatırında kalan sözlerdendir.
(Bu hadis-i şerifi, Buhari rivâyet etmiştir.)
21. Ebû Amr (yahud ebû Amre) Süfyan b. Abdullâh Sakafi (ra)'den:
Demiştir ki: "Yâ Resûla'llah! İslâm'a dâir bana bir söz söyle ki, Senden başka birinden daha sormaya muhtaç olmayayım." dedim. "Âmentü bi'llâh.... de ondan sonra da dosdoğru ol (yâni Allah'ın emrine imtisâl ve nehyinden içtinâbda sâbit ol)." buyurdu.
(Bu hadis-i şerifi, Müslim rivâyet etmiştir.)
22. Ebû Abdillah Câbir b. Abdillhah Ensari (ra)'dan:
Demiştir ki, biri Resûlullah (sav) Hazretleri'nden şu suâli sordu: "Ne buyurursunuz? Eğer ben (beş vakit) farz namazları kılar, Ramazan'ı tutar, halâli helal ve harâmı haram kılar da bundan ziyâde hiç bir şey yapmasam Cenne'te girer miyim? Resûl-i Ekrem (sav), "Evet" buyurdular.
(Bu hadis-i şerifi, Müslim rivâyet etmiştir. Harâm haram kılmaktan murad haramdan içtinâbdır. Halâli halâl etmek de onu halâl i'tikâd ederek yapmak demektir.)
23. Ebû Mâlik Hâris b. Âsım Eş'ari (rha)'den:
Demiştir ki, Resûlullah (sav) Hazretleri şöyle buyurdu: (Abdest veya sâir) temizlik, imânın yarısıdır. "El-Hamdü li'llah" (sözü) mizânı doldurur. "Subhâna'llâh ve'l-hamdü li'llâh" (sözleri) de gözlerle yerin arasını doldurur. Namaz nûrdur. Sadaka (imâna) bürhandır. Sabır (zulumât-ı gam ve gussayı gideren) zıyâdır. Kur'ân da (haline göre) ya lehine ya aleyhine hüccettir. Herkes sabah olunca işine gücüne gider. ve nefsini (ya Allah'a, ya mâsiva'llâh'a) satar da (neticede) ya âzâd, ya helâk eder.
(Bu hadisi-i Şerifi, Müslim rivâyet etmiştir.)
24. Ebû Zerr-i Gıfâri (ra)'den:
Nebiyy-i Ekrem (sav) Efendimiz Rabb-ı Celil-i Teâla ve Tekaddes Hazretlerinden rivâyet ettiklerinden olmak üzere âdideki Hadis-i Kudsi'yi nakil buyurdu:
"Ey kullarım, muhakkak biliniz ki, ben zulmü kendime harâm ettim. (Zulümden müteâli ve münezzehim.) Sizin aranızda da zulmü harâm ettim. Öyle ise, birbirinize zulmetmeyiniz. Ey kullarım, benim hidâyet ettiklerimden başka hepiniz dalâlettesiniz. Öyle ise benden hidâyet dileyiniz de size hidâyet vereyim. Ey kullarım, benim beslediklerimden başka hepiniz açsınız. Öyle ise benden taâm dileyiniz ki, sizi besliyeyim. Ey kullarım, benim giydirdiklerimden başka hepiniz çıplaksınız. Öyle ise benden giyecek isteyiniz ki, sizi giydireyim. Kullarım, siz gece gündüz hep hatâ işlerseniz. Ben de baştan başa bütün günahları mağfiret ederim. Öyle ise bana istiğfar ediniz ki, size mağfiret edeyim. Ey kullarım, sizin bana zarar vermek elinizden gelmez ki, bana zarar verebilesiniz. Bana menfaat vermek elinizden gelmez ki, bana nef'iniz dokunabilsin. Ey kullarım, eğer evveliniz, âhiriniz, insiniz, cinniniz içinizde en takıy olan kim ise onun kalbi gibi (hep mut' kalbli) olsanız yine mülküme ziyâde hiç bir şey katılmış olmaz. Ey kullarım, eğer evveliniz, âhiriniz, insiniz, cinniniz içinde en fâcir olan kim ise onun kalbi gibi (hep âsi, kalbi) olsanız yine mülkümden bir şey eksilmez. Ey kullarım, eğer evveliniz, âhiriniz, insiniz, cinniniz hep bir yerde durup benden matlublarınız dilesiniz de hep birinize (ayrı ayrı) dileğini versem bu bahşayış nezdimdeki hazine-i atâdan iğne denize girdiğinde denizden ne eksiltirse ondan ziyâde bir şey eksiltmez. Ey kullarım, ameller hep sizin amellerinizdir. Ben onları sizin hesâbınıza noksansız olarak zabtederim. Sonra karşılığını size tastamam gösteririm. Artık her kim (karşılık olarak) hayır bulursa, Allah'a hamd etsin. Her kim de başka şey bulursa, kendisinden başkasına levm etmesin.
(Bu hadis-i şerifi, Müslim rivâyet etmiştir.)
25. Ebû Zerr-i Gıfâri (ra)'den:
Ashâb-ı Resûlullah (sav)'den (ve fukarâ-yı Muhacirinden) bazı kimseler Nebiyy-i Ekrem (sav)'e dediler ki:
Ya Resûla'llah, ehl-i servet olanlar (büyük büyük) ecirleri alıp gidiyorlar. Hem bizim gibi namaz kılıyor, bizim gibi oruç tutuyarlar, hem de artan mallarıyla sadaka veriyorlar. Hazret-i Resûl (sav) buyurdu ki:
"Allahû Teâla ve Tekaddes Hazretleri size tasadduk edecek şey vermemiş mi (ki, böyle söylüyorsunuz)? her tesbihinize mukâbil sadaka (ecri) vardır. Her tekbirinize mukâbil sadaka (ecri) vardır. Her tahmidinize mukâbil sadaka (ecri) vardır. Her tehlilinize mukabil sadaka (ecri) vardır. Emr-i bi'l-ma'rufda da sadaka ecri var. Nehy-i ani'l-münkerde de sadaka ecri var. Hattâ birinizin (ehline) mukârenet etmesinde de sadaka ecri var." dediler ki:
Ya Resûla'llâh, birimiz şehvetini kazâ ederse, yine nâil-i ecir mi olur? (Cevâben) buyurdu ki:
Söyleyin! O kimse şehvetini harâm ile kazâ edeydi ona vizr (yâni günah) olmayacak mıydı? İşte bunun gibi halâl ile de kazâ-ı şehvet ederse ecre nâil olur.
(Bu hadis-i Şerifi, Müslim rivayet etmiştir.)
26. Ebû Hüreyre (ra)'den:
Demiştir ki, Resûlullâh (sav) Efendimiz şöyle buyurdu: "insanın mefâsılından her biri için güneş doğar her günde (şükrâne-i afiyet olarak) bir sadaka lâzımdır. İki kimsenin arasını bulup ıslâh etmen sadakadır. Bir kimseye, hayvanına binerken yardım edip bindirmen yâhud yükünü hayvanına yüklemekte ona muavenette bulunman sadakadır. Kelime-i Tayyibe sadakadır. Namaza gitmek için attığın her adıma bedel bir sadaka (ecri) vardır. Ezâ verecek şeyi geçecek yoldan uzaklaştırman (bile) sadakadır.
(Bu Hadis-i şerifi, Bûhari ile Müslim rivâyet etmişlerdir.)
27. Nevvâs b. Sem'ân (ra)'den:
Demiştir ki, Nebiyy-i Ekrem (sav) Hazretleri şöyle buyurdu:
Birr (yani iyi iş, iyilik) ahlak güzelliğidir. İsm (yani günâh) da nefsinde iz bırakıp da başkalarınca ma'lûm olmasını istemediğin şeydir.
(Bu hadis-i şerifi, Müslim rivayet etmiştir.)
Vâbisete'bn-i Ma'bed (ra) de rivâyete göre şöyle demiştir:
Resûlullah (sav)'in huzûruna vardım.Birr'in ne olduğunu sormağa mı geldin? diye ben suâl etmeden) sordu. Evet, dedim. Buyurdu ki:
"Kalbine danış (kalbinden fetvâ iste). İyilik nefsi te'min, kalbi tatmin eden; günah da nefiste iz bırakan ve başkaları fetva verseler, fetvalar verseler bile sînede yine tereddüdden kurtulmayan (vicdânı teskin etmeyen) şeydir."
(Bu, Ahmed b. Hanbel ile Dârimi'nin müsnedlerinde isnâd-ı ceyyid ile bize rivâyet olunan bir hadis-i sahihdir.)
28. Ebû Nech Irbâd b. Sâriye (ra)'den:
Demiştir ki, Resûlullah (sav) (bir gün) bize öyle bir va'zda bulundu ki, (dinleyenlerin) gönülleri titredi. Gözleri yaşardı. Dedik ki:
"Ya Resûla'llâh, bu, vedâ' edip gidecek kimsenin va'zına benziyor. (Bâri) bize bâzı vesâyâda bulun." Cevâben buyurdu ki:
"Size Allâh'a karşı ittikâyı ve üzerinize emir olan bir kimse abd(-i Habeşi) de olsa, sözünü dinleyip ona itâat etmegi vasiyet ederim. Bir de içinizden yaşayan olursa, bir çok ihtilâflar görecektir. İşte böyle zamanlarda benim sünnetime ve hidâyet üzere olan Hulefâ-yı Râşidin'in sünnetine yapışınız. Sünnete dört el ile sarılınız. Ve muhaddesât-ı umûrdan sakınınız. Zirâ her bid'at dalâletdir.
(Bu hadis-i şerifi, Ebû Davut ile Tirmizi rivâyet etmişlerdir. Tirmizi hadisi "hasen, sahih" kaydı ile tansif eylemiştir.)
29. Muâz b. Cebel (ra)'den:
Demiştir ki: (Resûlullah (sav) ile Tebük gazâsına çıkmıştık. Sıcak bastı. Herkes birer tarafa dağıldı. Bir de baktım ki, Resûlullâh (sav) yanı başımdadır. Hemen ona yaklaşıp: "Ya Resûla'llah, beni Cenne'te sokacak ve Cehennem'den uzaklaştıracak bir ameli bana haber ver" dedim. Buyurdu ki: "Sen çok büyük bir şey sordun. Maahâzâ Allahû Teâla'nın müyesser kıldığı kimseye göre herhalde âsândır. Allah'a "hiç bir şeyi şerik etmemek üzere" ibâdet edersin. Namazı kılar, zekâtı verir, Ramazan'ı tutar, Beytu'llâh'ı Hacc edersin." Ondan sonra buyurdu ki: "Sana hayır kapılarına delalet edeyim mi? Oruç siper ve kalkandır. Sadaka günâhı, "su ateşi söndürür gibi" söndürür. Gece ortasında adamın namaz kılması da böyledir." Sonra: "Onlar (mü'minler) öyle kimselerdir ki, yanları yataklarından uzak durup ibâdete kıyâm ederler. Rab'larına kâh korkarak, kâh umarak duâ ederler. Ve rızık olarak kendilerini verdiğimizden de infak ederler. İşte bunlar için" yapmış oldukları amellerin mükâfatı olar" ne sevinçler sakladığımızı hiç bir kimse bilemez" âyet-i kerimelerini (Secde Sûresi:16-17) tilâvet buyurdu. Ondan sonra: "İşin (dinin) başı, direği, en yüce tarafı nedir sana haber vereyim mi?" dedi. Evet ya Resûla'llâh, dedim. Dedi ki: "İşin başı İslâm'dır. Direği namazdır. En yüce tarafı cihâddır." Ondan sonra: "Bu dediklerimin hepsini tutan, sebeb-i bakâ ve kemâli olan nedir sana söyliyeyim mi?" diye sordu. Evet yâ Resûlallah deyince mübâret dilini (eliyle) tutup, "İşte şunu tut" buyurdu. Dedim ki: Ya Nebiyya'llâh, biz söylediğimiz sözlerle de mi muâhaze olunacağız?" Buyurdu ki: "Herkesi Cehennem'de yüzükoyun düşüren, dillerinin biçtiklerinden (yâni kazandıklarından) başkası mı zannedersin."
(Bu hadis-i şerifi, Termizi rivâyet edip "Hasen, Sahih" demiştir.)
30. Ebû Sa'lebete'l-Huşeni Cürsûmi'bn-i Nâşir (ra)'den:
Demiştir ki, Resûlullah (sav) Hazretleri şöyle buyurdu: Allahû Teâla bir takım şeyleri farz kılmıştır. Onları zâyi' etmeyiniz. (Bâzı meâsi için) birtakım hadler (yâni cezâlar) göstermiştir. Onlara da tecâvüz etmeyiniz. Bir takım şeyleri harâm etmiştir. Onlara el uzatmayınız. Bir takım şeylerden de unutkanlık (eseri) olmayarak size (mahzâ) merhamet olsun için sükût etmiştir. Onları soruşturmayınız.
(Bu hadis-i şerif, Dârekutni ile diğerlerinin tahric ettiği bir Hadis-i Hasen'dir.)
31. Ebû'l-Abbâs Sehli'bn-i Sa'di's-Sâidi (ra)'den
Demiştir ki, Bir zât Nebiyy-i Mükerrem (sav)'in huzûruna gelerek: "Yâ Resûla'llah, bana öyle bir amel göster ki, onu yaptığım zaman beni hem Allah sevsin, hem de halk sevsin" dedi. (Resûlullah (sav) buyurdu ki: "Dünyâdan rağbetini kes ki, Allah seni sevsin. Herkesin elinde olandan da rağbetini kes ki, halk seni sevsin."
(Bu hadis-i şerif, İbn-i Mâce ile diğerlerinin esânid-i hasena ile rivâyet ettikleri bir Hadis-i Hasen'dir.)
32. Ebû Said Sa'di'bn-i Mâliki'bn-i Sinân-ı Hudri (ra), Resûlullah (sav)'in:
"Zarar vermek de, zarar ile karşılamak da yok" buyurduğunu rivâyet ediyor.
(Bu hadis-i şerif, İbn-i Mâce ve Dârekutni ile başkalarının müsned (yani mevsûl) olarak rivâyet ettiği bir Hadis-i Hasen'dir. İmam-ı Malik de "Muvatta'"nda bu hadis-i şerifi Amr b. Yahyâ'dan, o da babasından olmak üzere Nebiyy-i Ekrem (sav)'den mürsel olarak rivâyet etmiş ve Ebû Said-i Hudri-yi iskat eylemiştir. Bunun yekdiğeri takviye eden başka tarikleri de vardır.)
33. İbn-i Abbâs (rha)'dan:
Demiştir ki, Resûlullah (sav) Hazretleri şöyle buyurdu: Herkese (mücerred) da'vâları üzerine diledikleri verilmiş olsa bir çok adamlar bir çok kimselerin mallarını, canlarını iddiâ eder dururlar. Lâkin beyyine müddeiye, yemin de inkâr edene düşer.
(Bu hadis-i şerif, hasen olup Beyhaki ile başkaları bunu bu lâfz ile rivâyet etmişlerdir. Bir parçası Sahihayn'da da vardır.)
34. Ebû Sâid-i Hudri (rha)'den:
Demiştir ki, Resûlullah (sav) Hazretleri şöyle buyurdu: İçinizden her kim bir münker görürse onu eliyle, buna kudreti yetmezse, dili ile tağyir etsin. Ona da kudreti yetmezse kalbi ile inkâr etsin (yâni beğenmesin). Bu sonuncusu imânın en zaifidir.
(Bu hadis-i şerifi, Müslim rivâyet etmiştir.)
35. Ebû Hüreyre (ra)'den:
Demiştir ki, Resûlullah (sav) Hazretleri şöyle buyurdu: Birbirinize hased etmeyiniz. Alış verişte birbirinizi aldatmayınız. Birbirinize buğzetmeyiniz. Birbirinize dargın durmayınız. Birbirinizinin pazarlığı bitmiş alış verişini bozmayınız. Ey Allah'ın kulları, kardeş olunuz. Müslüman müslümanın kardeşidir. Ona zulmetmez. (İmdad ve nusret deminde) onu kendi hâline bırakmaz. Ona yalan söyleyip aldatmaz. Ona hor bakmaz. (üç kere sadr-ı şerifine işaret buyurarak:) Takvâ işte buradadır. Bir kimse müslüman kardeşine hor bakdımı, işte şerrin bu kadarı ona yeter (artar bile). Müslümanın her şeyi; canı, malı, ırzı müslümana haramdır.
(Bu hadis-i şerifi, Müslim rivâyet etmiştir.)
36. Ebû Hüreyre (ra)'den:
Demiştir ki, Resûlullah (sav) Hazretleri şöyle buyurdu: Her kim bir mü'minin dünya derdlerinden bir derdini def' ederse, Allah da onun kıyâmet günündeki dertlerinden bir (büyük) derdi def' eder. Her kim muzâyakada bulunan (bir boçlu veya diğer bir) fakîre kolaylık gösterirse, Allah da dünya ve âhirette ona kolaylık gösterir. Her kim bir Müslüman(ın ayıbını ve çıplak ise bedeni)ni setr ederse, Allah da onu dünya ve âhirette setreder. Bir kul, kardeşinin yardımında oldukça Allah da o kula hep yardım eder durur. Her kim ilm(-i nâfi') aramak için bir târika sülûk ederse, bu sâyede Allah da ona Cennet'e doğru kolay bir tarik açar. Allah evlerinden bir evde Kitâbu'llâh'ı tilâvet ve aralarında O'nu tedris ve tederrüs halinde bulunan hiç bir kavim yoktur ki, üzerlerine sekinet nazil olmuş, rahmet-i İlâhiyye kendilerini bürümüş, her yanlarını sarmış ve Allahu zü'l-Celâl kendilerini (mel-i A'lâ'da) nezdinde olanlara anmış olmasın. her kim ameli geri bırakırsa sebebi ile götüremez.
(Bu hadis-i şerifi, Müslim bu lâfz ile rivâyet etmiştir.)
37. İbn-i Abbâs (rha)'den:
Demiştir ki, Resûlullah (sav) Rabb-ı Celili Tebârek ve Teala Hazretlerinden rivâyet ettiklerinden olmak üzere âtideki Hadis-i Kudsi'yi nakl buyurdu:
Allâhu Teâla ve Tekaddes Hazretleri hasenât ile seyyiâtı yazmış (ezelden takdir etmiş ve Levh-i Mahfûz ile defâtir-i a'mâle geçirmiş)dir. Ondan sonra (bu icmâli tefsil ve) beyân buyurarak dedi ki:
Her kim bir haseneye kasd ve niyet eder de onu işlemezse, onu Cenâb-ı Hak nezd-i İlâhisinde bir hasene-i kâmile olarak yazar. Eğer kasd eder ve işlerse, onu nezd-i İlâhisinde on haseneden yediyüz kata kadar, belki ed'âf-ı kesiresi ile yazar. Her kim de bir seyyieye kasd edip işlemezse, onu nezd-i İlâhisinde bir hasene-i kâmile olarak yazar. Eğer kasd edip işlerse, onu yalnız bir seyyie olarak yazar.
(Bu hadis-i şerifi, Buhari ile Müslim rivâyet etmiştir.)
38. Resûlullâh (sav)'in şöyle buyurduğu Ebû Hüreyre (ra)'den rivâyet olunuyor:
Allahu Teâla buyurdu ki:
Her kim benim velilerimden bir veliye düşmanlık ederse, şüphesiz ben ona i'lân-ı harb ederim. Benim kulum, üzerine farz ettiğim şeyden daha sevgili hiç bir şey ile bana tekarrüb edemez. Bir de kulum nevâfil ile bana peyderpey tekarrüb ede ede nihâyet öyle bir hâle gelir ki, ben onu severim. Onu sevdiğim vakitte de onun işitmesine vâsıta olan kulağı, görmesine vâsıta olan gözü, tutup yakalamasına vâsıta olan eli, yürümesine vâsıta olan ayağı, (anlamasına vâsıta olan kalbi, söylemesine vâsıta olan dili) olurum. Öylesi benden (bir şey) isterse muhakkak veririm. Bana sığınırsa, onu hıfz ve siyânet ederim.
(Bu hadis-i şerifi, Buhâri rivâyet etmiştir.)
Lâkin Onun metninde:
"Ölmeyi istemeyen, kendisine sû-i muâmelede bana hoş gelmeyen, halbuki (Hasbe'l-takdir) ölmemesine de çâre olmayan mü'min kulumun rûhunu kabzetmekteki tereddüdüm kadar fâili olduğum hiç bir şeye tereddüt göstermedim."
ziyâdesi vardır.
39. İbn-i Abbâs (rha)'dan:
Demiştir ki, Resûlullah (sav) Hazretleri şöyle buyurdu: Şüphesiz Allahû Teâla ümmetimden hatayı, nisyânı, ikrâh olundukları şeyler (den hâsıl olacak günahlar)ı bana bağışladı.
(Bu hadis-i şerif, bir Hadis-i Hasen olup, İbn-i Mâce ile Beyhaki ve mâadâları rivâyet etmişlerdir.)
40. İbn-i Ömer (rha)'dan:
Demiştir ki, Resûlullah (sav) (birgün) omuzumdan tutup buyurdu ki: Dünyâda bir garib (yabancı) yâhud bir yolcu imişsin gibi ol. (Ve kendini ehl-i kuburdan say.)
İbn-i Ömer (rha): "Akşamladığın vakit sabaha (çıkmağa) muntazır olma. Sabahladığın vakit de akşama (varmağa) muntazır olma. Sıhhatinden istifâde edip marazına, hayâtından istifâde edip mevtine hazırlık yap." der idi.
(Bu hadis-i şerifi, Buhari rivâyet etmiştir.)
41. Ebû Muhammed Abdullâh b. Amr b. El-Âs (rha)'dan
Demiştir ki, Resûlullah (sav) Hazretleri şöyle buyurdu: "Hiç birinizin iradesi (arzuzu) benim tebliğ ettiğim şeylere tâbi' olmadıkça mü'min olmuş olmazsınız."
(Bu hadis-i şerifi, "Kitâbü'l-Hücce"de isnâd-ı sahih ile bize rivâyet olunan bir hadis-i sahihdir.)
42. Resûlüllah (sav)'in şöyle buyurduğu Enes (ra)'den rivâyet olunuyor:
Allah Teâlâ buyurdu ki:
"Ey Âdem-oğlu, sen bana yalvarıp benden ümidvâr oldukça senden sâdır olan (günahlar) her ne olursa olsun sana mağfiret ederim ve aldırmam. Ey Âdemoğlu, senin günahların gökyüzünü kaplayacak dereceyi bulsa da benden mağfiret dilesen sana mağfiret ederim. Ey Âdemoğlu, bütün yer dolusu günahlar getirirsen de sana bana hiç bir şeyi şerik tutmayarak huzûruma çıksan herhalde ben sana bütün yer dolusu mağfiret veririm.
(Bu hadis-i şerifi, Tirmizi rivâyet etmiş olup, "Hadis, Hasendir, Sahihdir" demiştir.)
"Kavâid-i İslâm'ı cem' edip usul ve fürû' ve adâb ile sâir vücûh-ı ahkâma dâir sayıya gelmez envâ-ı ulûmu mutazammın olan Ahâdis-i şerife'den beyânına niyet ettiklerim işte burada bitiyor."
nateskases@gmail.com