Loreena McKennitt
(d. 17 Şubat 1957), Kanadalı vokalist, arpist ve piyanisttir. Özellikle güçlü ve duygulu sesiyle yorumladığı Kelt şarkılarıyla ve ünlü şiirleri Kelt müziğinin yapısına uygun bir biçimde besteleyip seslendirmesiyle tanınır. Ayrıca birçok unutulmuş anonim halk müziğini modern bir anlayışla yeniden diriltmiştir. Kanada'da Manitoba'ya bağlı küçük bir kırsal yerleşim olan Morden'de doğup büyüyen McKennitt, 1978'de Dumaurier yetenek taramasını kazandı, ülkesini aynı yıl UNESCO'nun Paris merkezinde ve yeniden 1985'te Japonya'daki Expo'da temsil etti. 1980'lerde Kanada’nın ünlü Shakespeare Festivaline ev sahipliği yapan Stratford'a (Ontario) taşındı; "The Tempest" (1982) ve "The Two Gentlemen Of Verona" (1984) dahil, çeşitli festival prodüksiyonlarında oyuncu, şarkıcı ve besteci olarak yer aldı. 2001 ilkbaharında festivale Richard Monette'in "The Merchant Of Venice" prodüksiyonunun bestecisi olarak döndü.
1985'te McKennitt, "Elemental" adli ilk albümünü kaydederek çiftlik evinin önünden geçen köy yolunun adini taşıyan, çiçeği burnunda "Quinland Road" etiketi ile piyasaya sürdü. 1987 ve 1989'daki iki yeni albüm ve başarılı canlı performansları artan bir ilgi çekerek 1991'de Warner Music Canada ile yeni bir başlangıç oluşturacak nitelikte bir dağıtım anlaşması imzaladı; bunun ilk meyvesi olan "The Visit", uluslararası bir başarı kazanarak altın ve platin ödülleri listesinde ancak sanatçının diğer albümleri olan 1994'te "The Mask and Mirror" ve hatta daha da ötesi, dünya çapında hit olan "The Book of Secrets" geçebildi.
Peter Gabriel'in Wiltshire'daki Real World stüdyolarında kaydedilen "The Book of Secrets" Billboard Top 20 single olurken MTV video hiti "The Mummers' Dance" gerek ABD radyosunda gerek dünya çapında büyük bir başarı kazandı. Albüm dünya çapında dört milyonu aşan satış rakamlarını yakaladı. Önceki iki albüm gibi Billboard World Music listelerini tırmanarak listenin şimdiye dek en basarili "crossover" albümü oldu. Ayrıca Yunanistan ve Türkiye'nin albüm listelerine ilk kez girip 1 numaraya yerleşirken Kanada'da 3 numara olmanın yanı sıra, İtalya, Yeni Zelanda ve Almanya listelerinde ilk 10, ABD, İspanya ve Fransa listelerinde ise ilk 20 arasına girdi.
McKennitt, Kanada müzik endüstrisinin yıllık ödülü olan Juno'yu iki kez kazandı. Ayrıca kendisine 1997'de Billboard'un uluslararası başarı ödülü verildi. Bugüne dek ABD, Kanada, Avustralya, Yeni Zelanda, Brezilya, Fransa, İspanya, İtalya, Yunanistan ve Türkiye’de altın, platin ve çoklu platin sertifikaları elde etti.
Çeşitli filmler için müzik besteledi ve şarkıları çeşitli filmlerde yer aldı. Bunlar arasında "Jade", "Highlander III", "The Holy Man", "Soldier" ve "The Santa Clause" gibi Hollywood prodüksiyonlarının yani sıra Kanada Ulusal Film Kurulunun "Women And Spirituality" dizisi ve Jean-Claude Lauzon'un "Léolo" filmi yer almaktadır. Bir süre önce, 2001 yılında gösterime girmesi planlanan bir Kanada/Venezüella ortak yapımı olan "A House With A view Of The Sea" filminde kullanılmak üzere "Dante's Prayer" parçasının İspanyolca versiyonunu kaydetti. Eserleri ayrıca "Northern Exposure", "Due South", "Legacy", "Ez Streets", "Boston Public", "Big Kevin Little Kevin" ve "Strange Luck" gibi BİR ÇOK televizyon dizisinde de yer aldı. Loreena McKennitt ve müziği hakkında 1997 yılında yapılan 30-dakikalık bir belgesel olan "No Journey's End" gerek ABD gerekse diğer ülkelerin televizyonlarında yaygın biçimde gösterildi.
1999'da Loreena McKennitt, son kaydı olan ve grubu ile birlikte Salle Pleyel ve Massey Hall'de kaydedilen "Live In Paris and Toronto" isimli iki CD'li seti çikardi. Hayır amaçlı bir proje olan bu albüm, 1998'de Georgia Körfezindeki bir deniz kazasında yaşamlarını yitiren üç adam için Loreena McKennitt'in Ronald ve Richard Rees ile Greg Cook'un aileleriyle birlikte Kanada’da kurduğu "Rhe Cook-Rees Memorial Fund For Water Search and Safety" adlı kuruluşa gelir sağlamaktadır.

Albümler

• Elemental (1985)
• To Drive the Cold Winter Away (1987)

• Parallel Dreams (1989)

• The Visit (1991)
• The Mask and Mirror (1994)

• The Book of Secrets (1997)

• Live in Paris and Toronto (1999)

• An Ancient Muse (2006)
• Nights from the Alhambra (2007)
Kısa Kayıtlar
• A Winter Garden: Five Songs for the Season (1995)
• Live in San Francisco (1995)
• Words and Music (1997)
Single'lar
• "The Mummers' Dance" (1997)
• "Marco Polo" (1998)
Video'lar
• "The Mummers' Dance" (1997)
• "Bonny Swans"
Diğer
• No Journey’s End (yarım saatlik belgesel; DVD)
Loreena McKennitt

nateskases@gmail.com



"RAP"İN ASLINA SADIK KALMAK

Nokta Vuruş diye tabir edilen cümleden maksat vasıtanın hedefe vardırmasında büyük rol oynaması..
Merkezin bütünlüğünden faydalanan yada merkezi oluşturmak için kendi sinyallerini gönderen batı arka sokak çocuklarının, kendini ifade tarzları dünyaya hediye edilince ve geçen süre içerisinde sebep-sonuç arasında olan olmuş..

Bir tarz. Kuralsızlık.. Kuralları yıkan.. Kendi kuralıyla gelen.. Sistemin deşifresi.. Batı arka sokakları..

Kuralları yıkarak kendi kuralıyla gelen 'rap' tarzının piyasayada kendi ekolünü oluşturarak yeni bir alan ortaya çıkardı. lakin bu alanda aslına sadık kalamadı ve dejenere olmaktan da kendini kurtaramadı.Bundan sonrası tabiki taklitten öteye geçmez.. Aslına sadık dost çıkış kuralına uyumlu aynı ritmi paylaşan biraz, yöresel ve kültürel inanışları dile getiren, mazlumun(esmer insanlara yapılanlar hatırlanmalı) yanında ve jakoben'in (elit kesim) karşısında...

Öz eleştiri olarak şu denilebilir ki; günümüzde bazı kişilerin kapıldığı bir akım olarak "rap" tarzını seçmeleri herhalde; "benim en iyi yapabileceğim şey raptir" diyerek, aşk serüvenleri üzerine yazılmış ve çizilmiş yığınla zaman kaybı yetmiyormuş gibi bir de 'rap' tarzını dinleyin diyerek işin motive hususiyetlerini kaybettirmeleri.. Şu da varki, rap yapma gayrerleri tabiki dikkate şayan ve tebrik dahilinde.. Lakin usul ve neye hizmet ettiği.. önemli olan 'rap'in çıkış serüven anlayışına sadık olabilmek.

İnsanın,kendi vatanı ile Dünya'nın hakikatini -ki bu sadece doğruya nisbetle yapılabilecek ve kendi kültürüne malik olan birisi tarafından yapılabilicek ve ortaya bırakılacak bir eser mahiyetinde- ortaya tüm çıplaklığıyla dökebilecek bir seviyede-düzeyde olması gereklli ve rapi idealize edebilmeli.
Aynı zamanda kaçak dövüşmemeli, meydan yerine inerek varlığını da hissettirmeli. genellikle baktığımızda "batı insanlara uzak olduğu için o tercih edililyor ve batı vahşiliğine yükleniliyor"! Çünkü batı uzakta ve ondan kendisine bir zarar veya tekzib talebinin gelmeyeceği rahatlığı içerisinde.
Sadece bu yeterli mi?
Yanında olan biteni göremeden yüzünü bir insan hemen batıya yöneltmemeli. Yapabiliyorsa ikisini aynı anda. İkisini de aralıklarla yapabilecek cesarette olmalı.
Böyle bir şahsı kendi vatanımızda şimdilik göremesekte kendi vatanında bunu şekillendiren bir isimden söz edebiliriz ve örnek sahsiyetimiz o...



Keny Arkana

(Keny arkana Marsilya'da doğmuş Arjantinli ‘müslüman’ bir ailenin çocuğu.Asıl ismi rabia del peuple, 96 yılında yurttaki arkadaşlarıyla rap yapmaya başlayan Keny, canını acıtan şeyleri dile getiremediği zamanlar, düşüncelerini raple ifade ediyor. Her zaman müziği ve yazıları düşlediği bir ütopyanın aynası olan Keny Arkana, 2006 yılında "entre ciment et belle étoile" (çimento ve parlayan yildiz arasinda) albümünü çıkardı.
Öfkeyle yaşayan rap müziğin hakkını veren, gözüpek ve -muhtemelen- doğduğundan beridir damardan mağripli bu yiğit kız hakkında bir sır vereceğiz : Bu kız halkın dili!
La Rage Du Peuple, Keny Arkana'nın bu yazıya bahis şarkısı. Halkların Öfkesi diyor, Keny. Halkları yaşatan şeyin, sevdayla tevhid edilmiş kavga olduğunu hatırlatıyor şarkısında. Arjantin'in, Sri Lanka'nın, Ruanda'nın, Somali'nin, Bosna'nın, Senegal'in, Filistin'in, Küba'nın, Vietnam'ın, Çeçenistan'ın, Guantanamo'nun, Çad'ın, İrlanda'nın, Irak'ın, Brezilya'nın öfkesi Keny'nin dudaklarından dökülüyor. Hazırsanız, şimdi bir sır daha vereceğiz: Bu kız -vallahi- çok öfkeli! Klibin sonunda bir duvara püskürtülmüş birkaç satır yazı göreceksiniz. Hatta buna bir atasözü bile diyebiliriz şimdiden. Lacandon Ormanında kar maskesi ve piposuyla dünyaya mütemadiyen selam gönderen, "sözümüz silahımızdır" diyen Subcomandante Marcosun gerçek kimliğini fellik fellik arayan Meksika idaresine, bulsanız ne olacak sanki diyen öfkeli kalabalıkların sesi: Todos Somos Marcos! Hepimiz Marcos'uz!)

Ara ara göz önünde bulundurulması ve hatırlanılması gereken bir isim. Mevcut bazı erkeklerin liseli aşk hikayelerini andıran figürlerde boğulmaları neticesinde, birisinin hakikati elinden tutup kaldırması gerektiğine inanan ve "Le pen" karşıtı eylemlerin ön saflarında yer alan bir isim; Keny Arkana..
Bir düşünürün şu sözü her halde yerini buldu; "Kadınlar en ince fikirleri bile duygularından süzebilirler"..



KENY ARKANA- LA RAGE DU PEUPLE


La Rage - Keny Arkana


- La Rage Du Peuple - Halkların Öfkesi-

Halkların öfkesi
Halkların öfkesi
Halkların öfkesi
Halkların öfkesi
Evet öfkeliyiz; kuduzlardan bahsediyorum
Fab bilir; zaman, kaldırımları eskiten tabanlarımız gibi geçiyor
Hedeflerimizi görmemizi sağlayacak öfke tıkanıyor
Bizi öteye geçirecek bir öfke…
Uzun zaman önce köklesen bir öfke…
Yetişkinler çocukluğunuzu çaldığından,
Çok hızlı büyümek zorunda bırakılmanın öfkesi…
Yarış arabası ve duvar düşünün…
Bunca istediğimiz, imkansız barışın öfkesi,
Onca silahlı MPD’yi sokaklarımızda görmenin öfkesi…
Her zaman ateş hattında kalan masum insanları ile
Bu lanet dünyanın kendini yok edişinin öfkesi…
Bunca duvarı örüp kendini içine hapseden insanlara öfke…
Doğadan mı korkuyorlar?
Doğaya ait olduğunu unuttuğu için, ona duyulan öfke…
Ve bu derin uyumsuzluk…
Sahi hangi dünyaya uçtu güvercin?
Toplumun değerleri tarafından kamçılanmaya duyulan öfke…
Çocukluğumuzdan beri öfkeli olmamıza duyulan öfke…
Ne olursa olsun kafa tutacağız; çünkü öfkemiz var!
Öfkemiz olduğu için, hayat bizi nereye götürüyorsa oraya gideceğiz!
Öfkemiz olduğu için, ne susacak ne de oturacağız!
Hazırız!

Öfkemiz, yüreğimiz ve inancımız olduğu için…
Öfkemiz olduğu için, ne olursa olsun ayağa kalkacağız!
Öfkemiz olduğu için, hayat bizi nereye götürüyorsa oraya gideceğiz!
Öfkemiz olduğu için, hiçbir şey bizi durduramaz!
İsyankarlar, âkiller, bilgeler, muhalifler, asileriz!

Hiç seçmeyip, hep kabullendiğimiz için öfkeliyiz!
Ve onların seçimleri çürük olduğu için bütün denge sarsılıyor.
Telafisi olmayanlar ne zamandır biriktiği için öfkeliyiz!
Öfkeliyiz, çünkü ne bekliyoruz ki ayağa kalkıp yaygara koparmak için?
Öfke… Bize tek kalan öfke…
Daha kaçımız ihanet etmek zorunda kalacak diye öfkeliyiz!
Hayatı yaşamak, şu anı yaşamak,
Geleceğimizi özgürce ve onların baskıcı planlarından bağımsız seçmek arzusu,
Herkesin bu kanlı rezilliğe boyun eğmesine öfkeliyiz!
Genetik ilaçları dünyayı sterilize ettikleri için öfkeliyiz!
Öfkeliyiz ki; bir gün bu zinciri kırabilelim.
Bunca insan “televizyon doğruyu söylüyor” sandığı için öfkeliyiz!
Bu dünya bize uygun olmadığı halde
Bizi boş hayallerle avutup, dolu siperlerle çevrelediği için öfkeliyiz!
Bu dünya bize göre olmadığı için öfkeliyiz!
Ve Babil şişmanladıkça bizi açlıktan öldürüyor…

Öfkemiz, yüreğimiz ve inancımız olduğu için…
Öfkemiz olduğu için, ne olursa olsun ayağa kalkacağız!
Öfkemiz olduğu için, hayat bizi nereye götürüyorsa oraya gideceğiz!
Öfkemiz olduğu için, hiçbir şey bizi durduramaz!
Asla susmayacak, oturmayacak, hazır olacağız!
Öfkemiz, yüreğimiz ve inancımız olduğu için
Hiçbir şey bizi durduramaz!
İsyankarlar, âkiller, bilgeler, muhalifler, asileriz!

İnancı koruyup değiştirmeye çalışmanın öfkesi,
Chirac’ın, Sharon’un, Blair’in, Bush’un önünde öfke!
Bu dünya hayata kırmızı boyalı gözlüklerin arkasından baktığı,
Ama her şeyi kara gördüğü için öfke!
Onlar kanadığında ağlamanı da duymazlar...
En kötüsü bize düştüğü için öfke!
Batı hala sömürge elbisesini giydiği için öfke!
Öfke, çünkü şeytan fazla saldırıyor.
Öfke, çünkü atalarımızın bilgisi artık güncellenmiyor.
Bunca yalana ve sırra öfke!
Öfke, çünkü değişmesin istiyorlar,
İktidarda kalmayı ve bizi kendi yöntemleri ile yönetmeyi tercih ediyorlar.
Meleklere inandığımız ve onlarla yola düştüğümüz için öfke!
Bu söylediklerim rahatsız edici olduğu için öfke!
Halkların öfkesini izle, dünyanın her köşesinden huzursuzlukla köpüren...
Öfke, evet ya öfke, ya da devrimin özü!

Öfkemiz olduğu için, ne olursa olsun ayağa kalkacağız!
Öfkemiz olduğu için, hayat bizi nereye götürüyorsa oraya gideceğiz!
Öfkemiz olduğu için, hiçbir şey bizi durduramaz!
Asla susmayacak, oturmayacak, hazır olacağız!
Öfkemiz, yüreğimiz ve inancımız olduğu için
Hiçbir şey bizi durduramaz!
İsyankarlar, âkiller, bilgeler, muhalifler, asileriz!

Anti-kapitalist
Alter-mondialist
Ya da bu dünyada hakikati arayan sen;
Yarının direnişi -inşallah- evrensel ve ruhani bir devrimin arifesi olacak!
Halkların öfkesi…
Halkların öfkesi…
Çünkü sizin normlarınızı sallayacak öfkemiz var!
Öfkemiz olduğu için ayak takımını yendik!
Ve öfke çok büyük…

...



Vatanımızdan bir isim; SAGOPA KAJMER... Her ne kadar yukarıda bahsettiğimiz çizgide olmasada hakikate yakın çizgilerden geçmektedir. Lakin varolma savaşının başladığı yerdır 'umut'. Bir hastalıktır; pes-i-mist. Hayattan pes etmek yok ve iyiye de kötüye de yaklaşırken ikisininde hakkını verici tavır sergilenmeli. Herşeyin iyi olduğu ve eşit yaklaşıldığı yer yoktur; Mutlak iyi'nin olduğu ve ona göre yaklaşıldığı yer vardır. Bu manada yer aranmalı ve hastalık olan pesimistlik'ten kurtulunmalıdır.. Sana gelen bütün güzellik ruhundandır, ruhun ait olduğu yerdendir. Aşikar olan güzellikleri bir hastlığa yamamak yaraya tuz basmaktan farksız ve ruhdaki kısır döngüyü görememektir. Görüldüğü anda da ilanı şarttır. Sago'nun bu pes'etmeden kurtulduğunun bir emaresi gibi gözüken son zamanın eserleri arasında; GÖLGE HARAMİLER.. Bu eser çoğu kişinin denejenere olmuş ruh birikiminden geçmesede, yüklü bir kervanın gölgesinin bilmem ne kadar fersah uzaklığa 'düş'üşünün icabında varsayılsın ve ruh aynasında görünsün.

06) Sagopa - Kajmer - Gölge Haramileri.mp3 -


Sagopa Kajmer - Gölge Haramileri
Verse 1:
Akar sular dönmez geri tıpkı gençliğim gibi, bebekti ceninin ergeni, bir erdi büyümüş meyvesi.
Sakal-bıyıkla geride kaldı Yunus’un hamlık evresi, sivilce-akne katledildi soldu yüzümün güneşi.
Ve çivisi düşmüş tablolarda bir resimdi kendisi, kükreyen şu gökyüzünde kuşun kilitli kafesi.
Tersi döndü güvenin ansızın belirdi dostun hilesi, fincan kahve içtim kursağımda kaldı telvesi.
Kırıştır yalan kahpesi, baştan akıl alır ya cilvesi.
Yıkar geçer bir dostun düşmancasına hamlesi.
İki boy aşmış ihanetin ki kat’i yok bahanesi, hayrından umutsuzum getirme bari şerrini.
Ve hepsi aynı yolda yolcu onca bedenin kellesi, meydan önüne dizilecek ve alınacak ifadesi.
Dualar olmasaydı kim kovardı kalleş iblisi? kalbim ak da pak da desen yüzünden yansır pisliğin.
Nakarat:
Altın harflerle yaz mahlasımı. halvetim kasvet, kem gözlere şiş!…
Cadü ya herru!…ya merru!…kafkef, gölge harâmilerine bir selam çak!…
Abile ğatladı, demlenir simam, nüşinrevan’dan handan ummam ben.
Ahu-yi felek mum, ben şamdan. düşmez kalkmaz bir Allah’tır uyan!…
Verse 2:
Sago sus!…husus derin çukurda içince sin, pusu kuran huşû içinde gözlerinde kin belirgin.
Vay senin şu kindar halin. hin planların var hin. cenin büyüdü savaşa girdi silahlarımı bana verin.
Yardan sarkıttığın dostlarından kaçının ipini tuttun? onlar güldü, sen somurttun. kalbinde kaç gül kuruttun?
Hatıralarından yüzde kaçını unuttun? senin adını anmamak şartıdır dostluğumun.
Rapten olma gökyüzünün güneşi sago bu benim yüzüm. gölgeme sığınır manâ özüm, hicran çölüne düştüm.
Yüz pınar yaş akıtsın gözüm. kendi başıma öğrendim, kendim büyüdüm. dudaklarımla gömdüm.
Sanma şahım herkesi sen sadıkâne yâr olur. herkesi sen dost mu sandın belki ol ağyâr olur.
Sadıkâne belki ol âlemde serdâr olur, yâr olur ağyâr olur serdâr olur didâr olur.

nateskases@gmail.com




TÜRK’ÜN MİLLİYETÇİLİK ANLAYIŞI


İslam perspektifinde Türk tarihi’nin en ulvi makamı bütün olarak Osmanlı Devleti’ne verilmiştir. Ve en son gelmesine nazaran en üste çıkmıştır.
İslam’ı muhatab anlayış olarak kabullenmiş her insan ulvi makamdadır. Buna bağlı olarak,İslam sınırları içerisinde bulunan her Türk ulvi makamdadır. İslam çizgisi dışında kalan Türk ise, İslam anlayışında süfli makama(aşağı seviyeye) düşmüştür…
Allah teala buyuruyor;
“ Andolsun, biz cinler ve insanlardan birçoğunu cehennem için yaratmışızdır. Onların kalpleri vardır, onlarla kavramazlar; gözleri vardır, onlarla görmezler; kulakları vardır, onlarla işitmezler. İşte onlar hayvanlar gibidir; hatta daha da aşağıdırlar. İşte asıl gafiller onlardır.”(Araf.179) İslam dairesi içine girmeyi kabul etmeyen her insan, hayvanın cehenneme girmeyip toprak olucağını düşündüğümüzde(sorumlu olmamaları hasebiyle) bir insanın daha aşağı seviyeye düşdüğü anlaşılmış oluyor.
Lakin bu her milletten insan için geçerli; Türk,Kürt,Arap,Çerkez vs..

“Ey iman edenler! Sizden kim dininden dönerse (bilsin ki) Allah, sevdiği ve kendisini seven müminlere karşı alçak gönüllü (şefkatli), kâfirlere karşı onurlu ve zorlu bir toplum getirecektir. (Bunlar) Allah yolunda cihad ederler ve hiçbir kınayanın kınamasından korkmazlar (hiçbir kimsenin kınamasına aldırmazlar). Bu, Allah'ın, dilediğine verdiği lütfudur. Allah'ın lütfu ve ilmi geniştir.” (maide/54)
Maide suresinin bu ayetinin nuzul sebebine bakıldığında münafıklar ve irtidat edenler vesilesiyle indiğini görülecektir..
Allah Resulü zamanında 3 ve Hz. Ebu Bekr zamanın da ise 11 kişinin irtidat(dinden dönme) etmesi söz konusu.
Velhasıl aynı zamanda ayeti kerimenin umumi manayı da kapsadığı İslam alimleri tarafında belirtiliyor.
Demek ki; Mevla’nın ayette buyurduğu vasıflara haiz milletler gelmiştir ve gelecektir.

İslam hukuku ile Devlet yöneten toplumlardan biri de (Osmanlı)Türklerdir.
Bu mana da Türkler maide/54. ayetin içerisinde değerlendirilmesi gerekli, ayeti bir millet anlayışının içerisine sokmak gibi bir kabalığa yer verilmemeli. Burada bir yanılgıya işaret etmek gerekiyor ki; İnsanlar kendi ırklarını ön plana çıkartarak ayetleri kendine destek yapma gayretinde. Mevla’nın ayetlerini hiçbir millet kendine prim yapacak şekilde kullanamaz ve kendi ırk’ını öne çıkartıcı teşebbüslere girişemez.

Bütün olarak bir kavmin müjdelendiğini iddia edenler; Hrıstiyan Türk, mason Türk, allahsız Türk kimliğiyle bazı insanları görmüyorlar mı ki, toplum olarak kurtuluşlarına ayetleri destek mahiyetinde istismar ediyorlar.
Mesele gelip hakikate dayanıyor ki,asl olan ırk değil ubd(kulluk). Eğer övülmesi gereken bir ırk olsaydı, Arap milleti olurdu. Bizzat içlerinden Allah Resulü çıktı. Böyle bir anlayışın İslam’da olmadığı buyruluyor; “Hiçbir kavmin birbirine üstünlüğü yoktur. Üstünlük ancak takvadadır.”

Allah’a samimi olarak yaklaşan kişi veya yaklaşan millet..

Hakikat olan ise bir zamanlar ulvi makam da olan Türkler şimdilerde süfli makamlarda.

Şuan İslamı yaşayan böyle bir topluluk göremediğimize göre ve samimiler arasında İslam anlayışının mücadelesini vermediğimize göre yeni bir şahlanışa ihtiyaç var demektir.

Bilinmelidir ki; İnsanlar Irk’larıyla varlığını devam ettiremez. Ancak Fikirleriyle varlıklarını devam ettirebilirler.

Bu mana da, Millet kavramını şuurlaştıracak Büyük Doğu mufkuresinin temel prensib Milliyetçilik anlayışı;


MİLLİYETÇİLİK*

Her tavus kuşu mutlaka mutlaka bir yumurtadan çıkar; ve tavus yumurtasından her çıkan,mutlaka tavus kuşudur; öyle amma, gaye, tavus yumurtasından çıkmış olmak değil, tavus kuşu olmaktır… İşte milliyetçiliğimizin tek ve kesafetli bir misal içinde mânası!

Tavus kuşu, sebepte değil, neticede tavus kuşudur; bu bakımdan tavus kuşunun şahsiyeti,geriye doğru mânasız ve değersiz yumurta kırıklarında değil, ileriye doğru müstesna bir renk ve çizgi heyetindedir… İşte milliyetçiliğimizin tek ve kesafetli bir misal içinde ruhu!..

İsterse karga veya devekuşu yumurtasından çıkmış olsun, neticede bütün şartlariyle tavus kuşu olabilen her varlık, tavus kuşunun bütün hakkına maliktir… İşte milliyetçiliğimizin tek ve kesafetli bir misal içinde kıymet ölçüsü!…

Demek ki biz, gerçek milliyetçiliği, geriye doğru değil, ileriye doğru, menba istikâmetinde değil, mansap istikâmetinde, tohum üstünde değil, ağaç, üstünde karar kılıcı bir anlayış ve görüşe bağlıyoruz.

Bu demektir ki, biz, tarih plânında fışkırışımıza zemin teşkil eden ırk ve toprak şartlarını geride bırakmış; her türlü ırk ve toprak hakikatine ilgili, fakat her türlü ırk ve toprak yobazlığına düşman, ileri bir görüş ve anlayış içinde milliyetçiyiz.

Amma yumurta olmazsa tavus olmazmış; varsın olmasın, bu zaruret bize hiçbir sey kaybettirmez. Dairenin bulunduğu her yerde mutlaka bir merkez bulunacağı, fakat her merkez bulunan yerde mutlaka bir daire bulunmayacağı gibi tavus, yumurtayı ihata ve ihtiva eder de, yumurta tavusu ihata ve ihtiva edemez.

Bizim milliyetçiliğimiz, belli baslı bir topluluğa ait madde ve kemmiyet hakikatlerinin mâverâsında, sadece ruh ve keyfiyet vâkıalarına bağlı, cevherini posasından süzen ve yalnız cevhere nisbet kabul eden bir telâkkiden ibaret.
Türk, bizim nazarımızda, belli baslı bir inanış, bağlanış, düşünüş,seziş, hatırlayış, duyuş, davranış ve bildiriş hususiyetleri içinde, belli baslı bir iman, mukaddesat, tefekkür, tahassüs, hayal, hatıra, meşrep, eda ve lisan birliğinin ördüğü, tek nüshalı ve şahsiyetli bir ruh nescinden ibarettir; mutlak ve müstakil bir vâhit temsil eden bu ruh nescinin zarfı da
Anadoludur.

Ya şu boyuna Türk ruhu, Türk ruhu dediğimiz şey nedir ki?.. Türk ruhu dediğimiz şey, iki vâhidin mecmuundan ibarettir: biri, onu kendi dışında olduran, öbürü de bu olan şeyi kendi içinde renklendiren, şekillendiren, seslendiren, kokulandıran, iklimlendiren iki vâhit…Vâhitlerden ilki, Türkün duygu ve düşünce mihrakında pırıldayıcı mutlak ve müstakil iman ışığı, ikincisi de bu ışık etrafında, hususî ve mahallî, bütün bir tahassüs ve tefekkür seciyesidir.

Vâhitlerden ilki, ırk ve kavim seviyesinin üstünde, bütün insanlar çapında ve hâkim; öbürü de yalnız ırk ve kavim kadrosunda ve tâbidir.

Demek ki, zaten aslında ve lûgatta bir kavmin ruhunu dayadığı iman kaynağı mânasına gelen ve son zamanlarda gerçek delâletinden kaydırılıp kavmiyet mânasına kullanılmaya başlayan milliyetçilikten anladığımız, bir zarf isi olmaktan ziyade bir mazruf isi; ve mazruftaki dünya
görüsüne, insan, cemiyet ve kâinat telâkkisine bağlı bütün bir tahassüs, tefekkür, eda ve ifade kadrosu isçiliğidir.

Bu ruhî ve kadronun ırkî plânda kendi maddesine karsı sevgisi, ancak belli baslı bir vâhidin doğurduğu böyle bir ruha yataklık etmekten ibaret ve yalnız bu kayd ve şartla sınırlıdır.

İste bizim milliyetçiliğimiz; İslâma bağlı Türk ruhunun, bu mutlak kadro içinde Türk duygu ve düşünce hususiyetlerinin milliyetçiliği!.. Ve iste cihan ölçüsünde milliyetçilik!..


*Necip Fazıl Kısakürek, İdeolocya Örgüsü.


nateskases@gmail.com



MELEKLERİN MÜSLÜMANLARIN YARDIMINA KOŞMASI

Sahabilerin Bedir Gününde Meleklerden Yardım Görmeleri

- Sehl b. Sa’d şöyle anlatıyor: Ebu Üseyd gözlerini kaybetmesinden sonra bir gün bana şunları söyledi: “Ey yeğenim! Allah’a yemin ederim ki şu anda Bedir’de bulunsak ve Allah Teâlâ da gözlerimi bana geri verseydi, imdâdımıza gelen meleklerin çıktıkları vadiyi sana hiç tereddütsüz gösterebilirdim”
- Cebrail (a.s.) Bedir gününde Zübeyr (r.a.)’in simasında ve başında sarımtırak bir sarık olduğu halde indi.
- Bedir gününde Zübeyr (r.a.)’in başında bir ucunu yüzü tarafına sarkıttığı sarı bir sarık vardı. Melekler de aynı şekilde, başlarında sarı renkli sarıklarla indiler.”
- Melekler, Bedir gününde ucunu arka taraflarına sarkıttıkları beyaz sarıklar giymişlerdir. Huneyn gününde ise sarıklarının rengi yeşildi. Onlar Bedir hariç hiç bir savaşta düşmanla savaşmamışlardır. Yaptıkları sadece mü’minlerin sayılarını çok göstermekti.
- Hz. Peygamber’in azatlısı Ebu Râfi’ şöyle anlatıyor: Ben Hz. Abbas’ın hizmetçisi idim. İslâm dini bulunduğum eve girmiş, Abbas’la karısı Ümmü’l Fadl müslüman olmuştu. Onlarla birlikte ben de müslüman olmuştum. Hz. Abbas, kavminden korkuyor ve onlara aykırı harekette bulunmak hoşuna gitmiyordu ve bu yüzden de müslümanlığını gizliyordu. Zengindi ve malı, ticaret yaptığı için kavmi arasında dağılmış durumdaydı. Ebu Leheb Bedir savaşına gitmeyerek yerine As b. Hişam b. Muğîre’yi göndermişti. Kureyş’ten bir kişi savaşa gitmediğinde yerine bir başka kişiyi gönderirdi. Kureyşlilerin Bedir’de mağlup ve tarumar oldukları haberi geldiğinde Allah Teâlâ, Ebu Leheb’i rezil etti ve o üzüntüsünden ölüm derecesine geldi. Bizse içimizden büyük bir sevinç hissettik. Ben bünye bakımından zayıf bir kişiydim. Zemzem hücrelerinden birinde ok yontuyordum. Allah’a yemin ederim ki haberin geldiği gün Ümmü’l-Fadl da orada bulunduğu halde yine o hücrede ok yontuyordum. Gelen haber bizi cok sevindirmişti. O sırada Ebu Leheb karşıdan çıkageldi. Ayaklarını sürüyerek öfkeli ve üzgün bir şekilde yürüyordu. Bulunduğumuz hücrenin yanına geldiğinde onun duvarının dibine oturdu; sırtı benim sırtıma dönüktü. Bu sırada halk
“Ebu Süfyan b. Hâris b. Abdilmuttalib geliyor” dediler. Ebu Leheb onu yanına çağırarak
“Ey yeğenim! Anlat bakalım ne haberler getirdin?” dedi. Ebu Süfyan b. Hâris gelip amcası Ebu Leheb’in yanına oturdu. Halksa ayakta duruyorlardı. Ebu Leheb
“Ey yeğenim! Durum nasıl? Bana haber ver!” dedi. Ebu Süfyan da şunları söyledi:
“Allah’a yemin ederim ki biz onlarla karşılaştığımız ilk anda sırtımızı kendilerine çevirdik. Onlar bizi diledikleri şekilde öldürüyorlar ve diledikleri şekilde esir ediyorlardı. Ancak ben bu konuda halkı (bizimkileri) kınamıyorum. Çünkü biz doru atlara binip bembeyaz elbiseler giymiş bazı kimselerin yer ile gök arasında durduklarını gördük. Allah’a yemin ederim ki bunlar hiç birşey bırakmıyorlar ve hiç kimse de kendilerine mukavemet edemiyordu”. Bunun üzerine dayanamayarak hücrenin perdesini kaldırıp
“Allah’a yemin ederim ki onlar meleklerdir” dedim. O zaman Ebu Leheb elini kaldırıp bütün kuvvetiyle bana bir tokat attı. Karşı koymak istedimse de çok güçsüz olduğumdan hiç birşey yapamadım. Ebu Leheb beni kaldırıp sırtüstü yere vurdu. Sonra da göğsüme çıkarak bana vurmaya başladı. Bu durumu gören Ümmü’l-Fadl hücrenin direklerinden birini yerinden sökerek, onunla üzerime çullanmış olan Ebu Leheb’in kafasına vurdu. Ebu Leheb’in başı fena halde yarıldı. Sonra da
“Efendisi Abbas burada yoktur diye kölesine zulüm mü edeceksin?” dedi. Bunun üzerine Ebu Leheb perişan bir vaziyette kalkıp gitti. Allah’a yemin ederim ki Ebu Leheb o günden sonra ancak yedi gün yaşadı. Allah Teâlâ ona adese denilen bir hastalığı musallat etti ve bu hastalık onu öldürdü. Ebu Leheb öldüğünde oğulları onun cesedini üç gün içerde bıraktılar; ona yaklaşmaya korkuyorlardı. Çünkü Kureyşliler onun ölümüne sebep olan hastalıktan, taundan kaçtıkları gibi kaçarlardı. Sonunda ceset çürüyüp kokmaya başladı. Bunun üzerine bazı kişiler Ebu Leheb’in oğullarına
“Azap olunasıcalar! Utanmıyor musunuz? Babanızın cesedi evde kokmaya başlamış ve siz halâ onu defnetmiyorsunuz” dediler. Onlar da bu hastalığa yakalanmaktan korktuklarını söylediler. O zaman adamın biri
“Bu konuda ben size yardımcı olurum” dedi. Onu yıkamadılar: fakat üzerine su döktüler. Ancak bunu da cesede yaklaşmaksızın uzaktan yaptılar. Sonra da cesedi Mekke’nin üst taraflarında bir yere götürüp bir duvara dayadılar ve üzerine de taş yığdılar.

Huneyn Gününde Meleklerin, Sahabilerin İmdadına Koşması

- Huneyn savaşına kâfir olarak katılmış olan bir adam şöyle anlatıyor: Huneyn gününde karşı karşıya geldiğimizde müslümanlar bir koyun sağımı kadar bile dayanamayarak Hz. Peygamber’i yalnız bırakarak kaçtılar. Bunun üzerine Hz. Peygamber’in çok yakınlarına sokulduk ve onu öldürmek için etrafını kuşattık. İşte o sırada onunla bizim aramıza güzel yüzlü birtakım erkeklerin girdiğini görduk. Bunlar bize “Geri dönün ey yüzleri kara kimseler” diyordu. İşte onların bu sözleri bizim dağılıp kaçmamıza sebep oldu.
- Huneyn gününde müşriklerle beraber olan bir kişi söyle anlatıyor: Huneyn gününde Hz. Peygamber ve ashabıyla karşı karşıya geldiğimizde onlar önümüzde bir koyun sağımı kadar bile dayanamadılar. Arkalarına düşerek onlara vurmaya başladık; beyaz katırın sahibinin (Hz. Peygamber’in) yanına gelinceye kadar bu böyle devam etti. Yaklaştığımızda onun Hz. Peygamber olduğunu gördük. Onun çevresinde bulunan güzel yüzlü, bembeyaz bazı erkekler bize “Geri dönün ey yüzleri kara kimseler” dediler. Bunun üzerine dağıldık ve bu kez de sahabiler bizim omuzlarımıza bindiler ve böylece yenilgiye uğradık.
- Cübeyr b. Mut’im şöyle anlatıyor: Huneyn gününde Hz. Peygamber’le beraberdim. Savaşın bütün şiddetiyle sürmekte olduğu bir sırada gökten beyaz abalar giymiş birilerinin indiğini gördüm. Bunlar bulunduğumuz vadiyi karıncalar gibi doldurarak kafirlerin arasına girdiler ve onları bozguna uğratarak kaçırdılar. İşte o zaman onların melek olduklarında şüphemiz kalmamıştı.

Ashabın Uhud ve Hendek Savaşlarında Meleklerle Desteklenmesi

- Hz. Peygamber Uhud gününde Mus’ab b. Umeyr’e sancağını verdi. Mus’ab şehid düştü. Onun suretinde bir melek sancağı aldı. Akşama doğru Hz. Peygamber
“Ey Mus’ab! Gel” dedi. Melek, Hz. Peygamber’e dönerek
“Ben Mus’ab değilim” deyince, Hz. Peygamber onun melek olduğunu ve imdada geldiğini anladı.
- Hz. Peygamber’in Benî Kureyza yahudileri üzerine yürüdüğünde, Cebrail ve askerlerinin Benî Ğanem sokaklarında kaldırdıkları toz bulutunu görür gibiyim.
- Hz. Peygamber ve ashabı silahlarını çıkardılar. Cebrail, Rasûlullah’a geldi. Hz. Peygamber Cebrail’i karşılamaya çıktı. Cebrail atının göğsüne dayanmıştı. Hz. Peygamber’e
“Biz hâlâ silahlarımızı bırakmadık, kalk Benî Kureyza yahudilerinin üzerine yürü” dedi. Hz. Peygamber
“Arkadaşlarım yoruldu. Onlara bir kaç gün mühlet versek iyi olacak” dedi. Cebrail
“Hayır, kalk ve Beni Kureyza’ya saldırıya geç, yemin ederim ki, atımı kalelerinin içine süreceğim” dedi. Sonra yanındaki meleklerle beraber yürüdüler. Atlarının, ensardan Benî Ğanem’in sokaklarında çıkardıkları tozlar göklere yükseliyordu .
- Hz. Peygamber ve ashabı silahlarını çıkardılar. Cebrail, Rasûlullah’a geldi. Hz. Peygamber Cebrail’i karşılamaya çıktı. Cebrail atının göğsüne dayanmıştı. Hz. Peygamber’e
“Biz hâlâ silahlarımızı bırakmadık, kalk Benî Kureyza yahudilerinin üzerine yürü” dedi. Hz. Peygamber
“Arkadaşlarım yoruldu. Onlara bir kaç gün mühlet versek iyi olacak” dedi. Cebrail
“Hayır, kalk ve Beni Kureyza’ya saldırıya geç, yemin ederim ki, atımı kalelerinin içine süreceğim” dedi. Sonra yanındaki meleklerle beraber yürüdüler. Atlarının, ensardan Benî Ğanem’in sokaklarında çıkardıkları tozlar göklere yükseliyordu .



SAHABİLERİN BİRBİRLERİNİ RÜYALARINDA GÖRMELERİ

Hz. Abbas’ın ve Oğlu Abdullah (r.a.)’ın Hz. Ömer‘i Rüyalarında Görmeleri

- Hz. Abbas şöyle anlatıyor : Ben Hz. Ömer’in komşusu idim ve ondan daha üstün birisini görmedim. O gecelerini namazla, gündüzlerini de oruçla ve insanların ihtiyaçlarını yerine getirmekle geçirirdi. Vefatından sonra, onu bana rüyada göstermesi için Allah Teâlâ’ya dua ettim. Nihayet bir gece onu rüyamda gördüm. Kılıcı boynunda ve elbisesi sırtında olduğu halde Medine karşısında dolaşıyordu. Yanına vararak selam verdim. Selamımı aldıktan sonra kendisine nasıl olduğunu sordum:
“Çok iyiyim” cevabını verdi. Öldükten sonra neler gördüğünü sorduğumda da şunları söyledi:
“Henüz hesaba çekildim ve eğer Rabb’imin rahmeti olmasaydı tahtımdan düşecektim.”
- Hz. Abbas şöyle anlatıyor : Hz. Ömer benim dostumdu. Vefatından sonra bir yıl boyunca onu bana rüyamda göstermesi için Allah Teâlâ’ya yalvardım. Bir senenin sonunda onu gördüm. Alnındaki terleri siliyordu. Yanına vararak
“Ey Mü‘minlerin Emîri! Rabb’in sana nasıl muamele etti?” diye sordum. Şöyle cevap verdi:
“Hesaptan yeni çıktım. Eğer Rabb’imin geniş rahmeti olmasaydı tahtımdan düşecektim”.
- İbn Abbas (r.a.) şöyle anlatıyor : Vefatından sonra bir sene boyunca, Hz. Ömer’i bana rüyamda göstermesi için Allah’a yalvardım. Nihayet bir gün onu rüyamda gördüm. Kendisine nelerle karşılaştığını sordum.
“Rahim ve rauf olan Allah Teâlâ’ya kavuştum. Eğer O’nun rahmeti olmasaydı tahtım parçalanacaktı” dedi.

İbn Ömer (r. a) ile Ensar’dan Bir Kişinin Hz. Ömer’i Rüyalarında Görmeleri

- İbn Ömer (r.a.) şöyle anlatıyor : Babam Ömer’in akibetini öğrenmeyi herşeyden çok istiyordum. Bir gece rüyamda bir kasr gördüm ve onun kime ait olduğunu sordum. Ömer b. Hattab’a ait olduğunu söylediler. Tam o sırada babam Ömer kasrın kapısında göründü. Yeni yıkanmış gibiydi ve sırtında da bir havlu vardı. Nasıl olduğunu sordum. Şöyle cevap verdi:
“Çok iyiyim. Eğer gafûr ve rahîm olan bir Rabb ile karşılaşmasaydım tahtım devrilecekti”. Sonra da bana
“Sizden ayrılalı ne kadar oluyor?” diye sordu. Oniki sene olduğunu söylediğimde de
“Hesaptan daha yeni kurtulabildim” dedi.
Sâlim b. Abdillah şöyle anlatıyor : Allah Teâlâ’ya Hz. Ömer’i bana rüyamda göstermesi için yalvardım; fakat ancak on sene sonra görebildim. Alnındaki terleri siliyordu.
“Ey Mü’minlerin Emîri! Ne yapıyorsunuz; nasılsınız?” diye sorduğumda şunları söyledi:
“Hesaptan daha yeni kurtuldum. Eğer Allah’ın rahmeti olmasaydı helak olacaktım”.

Abdurrahman b. Avf (r.a.)’ın Hz. Ömer’i Rüyasında Görmesi

- Abdurrahman b. Avf şöyle anlatıyor: Bir keresinde hacdan dönüyordum. Mekke ile Medine arasında Sükyâ adındaki köyde konakladım. O gece rüyamda Hz. Ömer’i gördüm. Yürüyerek geldi ve yanımda yatan Utbe kızı Ümmü Gülsüm’ü ayağıyla dürterek uyandırdı. Sonra da dönüp gitti. Halk onun peşinden koştular. Ben de elbiselerimi istedim ve giyinerek arkasından koşmaya başladım. Ona ilk yetişen ben oldum; bu arada da oldukça yorulmuştum.
“Ey Mü’minlerin Emîri! Çok hızlı gidiyorsunuz ve insanlar size yetişemiyor. Ben de koşarak yetişebildim ve bu yüzden de yoruldum” dedim. Bunun üzerine
“Çok hızlı gittiğimi zannetmiyorum” buyurdu. Abdurrahman’ın nefsini kudret elinde tutan Allah’a yemin ederim ki Hz. Ömer insanları ameliyle geride bırakmıştır.

Abdullah b. Selâm’ın Selmân-ı, Fârisî’yi Rüyasında Görmesi

- Abdullah b. Selâm şöyle anlatıyor: Selmân-ı Fârisî bir gün bana
“Ey kardeşim! Hangimiz daha önce ölürsek öbürü onunla rüyada irtibat kursun!” dedi. Bunun üzerine ben
“Böyle birşey olur mu?” diye sordum. şöyle dedi:
“Evet olur. Çünkü mü’minin ruhu hür ve serbesttir. Yeryüzünde istediği yere gidebilir. Kafirin ruhu ise hapistedir”. Bu konuşmamızdan bir süre sonra Selmân vefat etti. Bir gün öğle üzeri kaylûle uykusuna dalmıştım. Rüyamda Selman gelerek
“Allah’ın selamı ve rahmeti üzerine olsun!” diye selam verdi. Ben de
“Allah’ın selam ve rahmeti senin üzerine de olsun ey Allah’ın kulu!” şeklinde selamını aldıktan sonra
“Ahiretteki yerini nasıl buldun?” diye sordum. Şu cevabı verdi:
“Çok hayırlı buldum. Ey Abdullah! Sana bazı tavsiyelerde bulunayım: Sakın tevekkülden ayrılma! Çünkü tevekkül en güzel bir vasıftır! Sakın tevekkülden ayrılma: çünkü o en güzel bir vasıftır.”
- Abdullah b. Selâm, Selmân-ı Fârisî’yi vefatından sonra rüyasında gördü ve ona
“Ey Eba Abdillah! Nasılsın?” diye sordu. O da
“Çok iyiyim” cevabını verdi. Abdullah’ın
“Amellerinin içerisinde en üstün gördüğün hangisidir?” sorusunu da
“Tevekkülü amellerin en acayiplerinden biri olarak gördüm” şeklinde cevaplandırdı.

Avf b. Mâlik’in Abdurrahman b. Avf’ı Rüyasında Görmesi

- Avf b. Mâlik şöyle anlatıyor: Bir gün rüyamda yemyeşil bir çayırın ortasında kurulmuş deriden bir çadır gördüm. Etrafında da istirahata çekilerek geviş getiren ve hurma gibi dışkılar çıkaran koyunlar vardı.
“Bu kimindir?” diye sordum.
“Bu çadır Abdurrahman b. Avf’a aittir” denildi. Bunun üzerine onun çadırdan çıkmasını bekledim. Çıktığında şunları söyledi:
“Ey Avf! Allah Teâlâ bütün bunları bana Kur’ân sayesinde vermiştir. Eğer şu tepenin üzerine çıkmış olsaydın gözlerin görüp kulakların işitemediği ve kalblerin tasavvur dahi edemediği şeyleri görürdün. Allah Teâlâ bunları da Ebu‘d-Derdâ için hazırlamıştır. Çünkü Ebu’d- Derdâ dünyaya asla değer vermez ve onu hem elleriyle ve hem de göğsüyle iterdi.”

Abdullah b. Amr b. Harâm’ın Mübeşşir b. Abdilmünzir’i Rüyasında Görmesi

- Abdullah b. Amr b. Harâm şöyle anlatıyor : Uhud savaşından önce Mübeşşir b. Abdilmünzir’i rüyamda gördüm. Bana
“Sen de önümüzdeki günlerde bizim yanımıza geleceksin” diyordu. Ona
“Şu anda neredesin?” diye sordum.
“Cennetteyim. Burada dilediğimiz yere gidip geliyoruz” cevabını verdi. Bunun üzerine
“Peki sen Bedir gününde öldürülmemiş miydin?” dediğimde de
“Evet; ama Allah Teâlâ beni tekrar diriltti” dedi. Bu rüyamı Hz. Peygamber’e anlattığımda
“Ey Ebâ Ca’fer! İşte şehadet mertebesi budur” bu buyurdular.



SAHABİLERİN Hz. PEYGAMBER’İ RÜYALARINDA GÖRMELERİ

Ebu Musa el-Eş’arî’nin Hz. Peygamber’i Rüyasında Görmesi

- Ebu Musa el-Eş’arî şöyle anlatıyor: Bir gece rüyamda birçok cadde gördüm. Nihayet bir tanesi hariç hepsi gözden kayboldu. O caddeyi takip ettiğimde bir dağın tepesinde otu

rmakta olan Hz. Peygamber’le Ebubekir Sıddîk’i gördüm. Birara o Hz. Ömer’e
“Gel!” diye işaret eli. Uyandığımda
“İnnâ lillâh ve innâ ileyhi râciûn (Biz Allah içiniz ve yine O’na döneceğiz) Allah’a yemin ederim ki Mü’minlerin Emîri (Hz. Ömer) öldü” dedim. Bunun üzerine Enes b. Mâlik
“Bu rüyanı niçin Ömer’e yazmıyorsun?” dedi. Ben de
“Benden, ona öleceğini söylememi mi istiyorsun?” karşılığını verdim.

Hz. Osman’ın, Hz. Peygamber’i Rüyasında Görmesi

- Kesir b. Salt şöyle anlatıyor: Hz. Osman öldürüleceği gün bir müddet uyumuştu. Kalktığında
“Bir rüya gördüm ve eğer insanların “Osman fitne çıkarmak istiyor” demelerinden korkmasaydım size de anlatırdım” dedi. Bunun üzerine biz
“Allah seni islah eylesin. Onu bize anlat, çünkü bizim halkın söylediklerini söylemeyeceğimize emin olabilirsin!” dedik. O zaman şunları söyledi:
“Rüyamda Hz. Peygamber’i gördüm. Bana “Ey Osman! Bu cum’a bizim yanımızda olacaksın” buyurdular.”
- Hz. Osman öldürüleceği günün sabahında yanındakilere şunları söyledi:
“Bu gece Hz. Peygamber’i rüyamda gördüm. Bana “Ey Osman! Bu akşam orucunu bizim yanımızda aç!” dediler”. Bundan sonra oruca niyet eden Hz. Osman O gün şehit edildi.
- Hz. Osman öldürüleceği gün yirmi köle azat etti ve sonra da kendisine iş elbiseleri getirilmesini istedi. Halbuki daha önce ne câhiliyede ve ne de İslâm’dan sonra iş elbisesi giymemişti. Sonra da “Hz. Peygamber’i rüyamda gördüm. Yanında Ebubekir’le Ömer de vardı. Bana “Sabret ey Osman! Bu akşam orucunu bizim yanımızda açacaksın” buyurdular” diyerek mushafının getirilmesini istedi. O gün mushaf önünde açık olduğu halde öldürüldü.

Hz. Ali’nin Hz. Peygamber’i Rüyasında Görmesi

- Hz. Ali bir gün şunları söyledi: “Dün gece dostum Hz. Peygamber’i rüyamda gördüm. Ona kendisinden sonra Iraklılardan neler çektiğimi söyledim. Bunun üzerine bana yakın bir zamanda huzur ve rahata kavuşacağımı va’dettiler”. Hz. Ali bu rüyasından üç gün sonra şehit edildi.
- Ebu Sâlih şöyle anlatıyor : Hz. Ali bir gün şunları söyledi:
“Hz. Peygamber’i rüyamda gördüm. Ağlayarak, ümmetinden çektiğim eziyetlerden şikayet ettim. Bunun üzerine bana
“Ey Ali! Ağlama ve dönüp arkana bak!” buyurdular. Dönüp baktığımda zincirlerle bağlı iki kişi gördüm ki büyük bir kaya başlarını parçalıyordu. Daha sonra parçalanan kafaları yine eskisi gibi oluyor ve bu böyle sürüp gidiyordu”. Her gün olduğu gibi şehit edildiği sabah da Hz. Ali’nin yanına gitmek üzere evden çıktım. Ancak Cezzareyn denilen yere geldiğimde Hz. Ali’nin şehit edildiğini öğrendim.

Hz. Hasan’ın, Hz. Peygamber’i Rüyasında Görmesi

- Hz. Hasan bir gün şunları anlattı:
“Hz. Peygamber’i rüyamda gördüm, arşa sarılmıştı. Sonra Ebubekir’i gördüm; Hz. Peygamber’in eteğinden tutmuştu. Ömer, Ebubekir’in; Osman da Ömer’in eteğinden tutmuştu. O sırada gökten kan yağıyordu”. Hz. Hasan bu rüyasını Şam’dan bir gruba anlatmıştı. Onlar
“Peki sen Hz. Ali’yi görmedin mi?” diye sordular. Hz. Hasan da şöyle cevap verdi:
“Onu Hz. Peygamber’in eteğine tutunmuş olarak görmeyi çok isterdim. Ancak bu bir rüyadır ve onu ancak anlattığım şekilde gördüm.”
- Hz. Hasan bir gün şunları söyledi: “Ey insanlar! Dün gece acayip bir rüya gördüm. Rüyamda Allah Teâlâ’nın arşın üzerinde durmakta olduğunu gördüm. Sonra Hz. Peygamber gelerek arş’ın ayaklarından birisinin yanında durdu. Arkasından Ebubekir geldi ve elini Hz. Peygamber’in omuzuna koydu. Onun arkasından da Ömer geldi ve o da elini Ebubekir’in omuzuna koydu. Sonra da Osman geldi ve elleriyle işaret ederek
“Ey Rabb’im! Kullarına beni niçin öldürdüklerini sor” dedi. O zaman gökte bulunan iki oluktan yeryüzüne kan akıtıldı” Onun bu söylediklerini işiten bazı kişiler Hz. Ali’ye koşarak
“Oğlun Hasan’ın neler söylediğini görmez misin?” dediler. O da
“Hasan ancak gördüklerini söylüyor” dedi.
- Bunları anlatan Hz. Hasan
“Bu rüyadan sonra artık kimse ile savaşmayacağım” diyerek sözlerini şöyle sürdürdü:
“Osman da elini Ömer’in omuzuna koydu. Onların ötesinde kan bulunduğunu gördüm ve onun ne olduğunu sordum. Onun Osman’ın kanı olduğunu söyleyerek
“Allah Teâlâ bu kanın hesabını soracaktır” dediler.”

İbn Abbas (r.a.)’ın Hz. Peygamber’i Rüyasında Görmesi

- İbn Abbas (r.a.) şöyle anlatıyor: Bir gün gündüzün ortasında uykuya daldım. Rüyamda Hz. Peygamber’i gördüm. Üstü başı toz-toprak içerisindeydi ve saçı-sakalı birbirine karışmıştı. Elinde de bir kavanoz vardı. Onun ne olduğunu sordum.
“Hüseyin ve arkadaşlarının kanıdır. Onu sabahtan beri durmadan topluyorum” buyurdular. Gerçekten de sonradan öğrendik ki Hz. Hüseyin benim o rüyayı gördüğüm gün şehit edilmişti.